T.C. HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ MÜFREDAT-I TIBBİYE (1290/HİCRİ) ADLI YAZMA ESERDE GEÇEN BAZI BİTKİLERİN TIP TARİHİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Dr. Onur Naci KARAHANCI Tıp Etiği ve Tarihi Programı DOKTORA TEZİ ANKARA 2020 vi TEŞEKKÜR Akademik yaşamımda beni sabırla destekleyen; güven ve sevgisini her zaman hissettiğim, öğrencisi olmaktan tüm yaşamım boyunca gurur duyacağım değerli danışman hocam Sayın Prof. Dr. Nüket Örnek Büken’e emekleri için sonsuz teşekkürler. Doktora eğitim ve tez sürecimde güler yüzü ve sabrıyla beni hep destekleyen ikinci danışman hocam Sayın Doç. Dr. Fatma Binnur Erdağı Doğuer hocama içten teşekkürler. Tez İzleme Komisyonumda yer alan, doktora tez çalışmama çok değerli bilimsel katkılarına her zaman minnettar olacağım ve gurur duyacağım Sayın Prof. Dr. Yunus Koç ve Sayın Prof. Dr. Ahmet Acıduman hocalarıma en içten teşekkürlerimi sunarım. Tezime son halini verirken kıymetli emeklerini esirgemeyen Sayın Prof. Dr. Ahmet Acıduman ve Prof. Dr. Raziye Tamay Başağaç Gül hocalarıma ayrıca teşekkürü borç bilirim. Tıp tarihi çalışmalarında sürekli cesaretlendiren ve biran bile olsun tez çalışmamda yalnız bırakmayan; çalışkanlığı ve nezaketiyle her zaman örnek almaya çalışacağım Sayın Prof. Dr. Esin Kahya hocama sonsuz teşekkürler. Tez çalışmamın ana kaynağıyla beni tanıştıran, çalışmamı güçlendirmek için sürekli çaba gösteren Sayın Prof. Dr. Cem Karasu hocama da teşekkürü bir borç bilirim. Tez çalışmamda kaynaklara ulaşmamda ve araştırmalarımda beni her zaman destekleyen Sayın Doç. Dr. Halil Tekiner, Sayın Prof. Dr. Mehmet Melli ve Sayın Prof. Dr. Afife Mat’a içtenlikle teşekkür ederim. Üyesi olmakla her zaman onur duyacağım Hacettepe Üniversitesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı ailesinin değerli hocaları Dr. Öğr. Üyesi Müge Yağlıdere Demir, Dr. Öğr. Üyesi Aslıhan Akpınar ve Doç. Dr. Önder İlgili’ye güleryüzlü ve her zaman bizi destekleyen tutumlarıyla yanımızda olmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Akademik yaşamımda bana hep ışık tutacak ve umut verecekler. Doktora dönemimi birlikte paylaşmaktan büyük zevk aldığım, hepsinden eşsiz şeyler öğrendiğim, dostluklarını hep hissedeceğim Dr. Çağrı Zeybek Ünsal, Dr. Öğr. Üyesi Arif Hüdai Köken, Dr. Celalettin Göçken, Dr. Öğr. Üyesi Mustafa Hayırlıdağ, Dr. Mesut Ersoy, Dr. Ümit Yaşar Öztoprak, Dr. Sevim Coşkun ve Muhammet Arslan’a sonsuz teşekkürler. Tez sürecimdeki sınırsız sabrı ve desteği için Dr. Çağrı Zeybek Ünsal’a; çalışmalarımın en zor zamanlarımdaki destekleri için Dr. Mesut Ersoy’a ayrıca teşekkürü bir borç bilirim. Hacettepe Üniversitesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı ailesinin emektarları, her zaman destek ve sevgilerini hissettiğim idari personellerimiz Dilek Çalışkan, Kader İnce ve Osman Değirmenci’ye en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Akademik çalışmalarıma devam ettiğim Kafkas Üniversitesi’nde yeni akademik ailem olan, tez sürecimde beni her zaman destekleyen ve cesaretlendiren Dr. Öğr. Üyesi Sayın Pınar Bayram ve Dr. Öğr. Üyesi Sayın Bora Uzuner’e teşekkür ediyorum. Tez çalışmamda desteklerini esirgemeyen Mesut Güvenbaş, Esma Akdoğan ve Gürdal Tut’a teşekkürü bir borç bilirim. Akademik ve mesleki çalışmamda beni hiç yalnız bırakmayan Ankara Tabip Odası çalışanlarına ve özellikle 2018-2020 dönemi Yönetim Kurulu’na sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Yaşamımın her alanını olduğu gibi akademik yaşamımı da sevgileriyle dolduran annem Zemingül, babam Zihni, kardeşlerim ve eşleri İddamin, Zeynep, Duygu, Bülent, sevgili yeğenlerim Onur Eyaz, Elifsu, Barış’a en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Varlığı, sevgisi, güler yüzü ile her zaman yanıbaşımda olan sevgili eşim Hilal’e en büyük en içten minnet ve sevgilerimi sunuyorum. vii ÖZET Karahancı O.N. Müfredat-ı Tıbbiye (1290/Hicri) Adlı Yazma Eserde Geçen Bazı Bitkilerin Tıp Tarihi Açısından Değerlendirilmesi, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tıp Tarihi ve Etik Programı Doktora Tezi, Ankara, 2020. Müfredat-ı Tıbbiye isimli eser, Veteriner Hekim İsmail Hilmi Bey tarafından yazılmış ders takrirlerinden meydana gelmektedir. Bilinen tek nüshası Koyunoğlu Müzesinde bulunmaktadır. Yazıldığı tarih, İsmail Hilmi Bey’in el yazısıyla 1290 Arabi olarak belirtilmektedir. Bu yıllar Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki çağdaşlaşma çabalarının yoğun yaşandığı bir süreçtir. Aynı zamanda veteriner okullarının, beşerî hekimlik derslerinin verildiği binaya nakledildiği; veteriner ve beşerî hekim sayısının artırılmasının planlandığı yıllardır. Müfredat-ı Tıbbiye’nin, 19. yüzyılda Avrupa’daki bilimsel ilerlemelere dair bilgiler de barındırdığı görülmüştür. Osmanlı Devleti ve Avrupa’da 19. yüzyıl sağlık ve tıp eğitimi politikaları bu sayede incelenebilmiş ve karşılaştırılabilmiştir. Müfredat-ı Tıbbiye, mu’aleceleri etki mekanizmalarına göre sınıflandırmaktadır ve mu’aleceler içerisinde en yüksek oranı bitkilerin oluşturduğu görülmüştür. Bitkiler, eserin tıp tarihindeki yerinin belirlenmesinde önemli yol gösterici olarak değerlendirilmiştir. Bitkilerden yola çıkılarak tıp tarihinde önemli yerleri olan Materia Medica, Kitâb-ül-Câmî Fi Edviyet-il-Müfrede, Pharmacopée Française, Pharmacopee Militaire Ottomane, Müfredat-ı Tıb ve İlm-i Tedavi ve Dünya Sağlık Örgütü Seçilmiş Tıbbi Bitkiler Monografı, Müfredat-ı Tıbbiye ile karşılaştırılmıştır. Yaklaşık 2000 yıllık bir tıp tarihi bu eserlerde ortak olan tıbbi bitkiler açısından incelenmiş ve sağlıkta bu uzun süreçteki paradigma değişiklikleri de gözlenebilmiştir. Osmanlıcadan günümüz Latin harflerine çevrilen Müfredat-ı Tıbbiye sayesinde tıp tarihinin vazgeçilmez parçaları olan eczacılık, veteriner ve beşerî hekimlik tarihi bütüncül olarak incelenebilmiştir. Eser uzun bir tıp tarihi sürecini de ortaya koyarak bütüncül bir tıp bakış açısı kazanılmasına ve tek sağlık tartışmalarına değerli katkılar sunmaktadır. Anahtar Kelimeler: Müfredat-ı Tıbbiye, Veteriner Hekim İsmail Hilmi Bey, Tıp Tarihi, 19. Yüzyıl Osmanlı Devleti Sağlık Politikaları, Tek Sağlık Kavramı viii ABSTRACT Karahancı O.N. The Evaluation of Some Plants in the Manuscript of Müfredat-ı Tıbbiye (1290 / Hegira) in terms of History of Medicine. Hacettepe University Graduate School of Health Sciences, Ph. D. Thesis in History of Medicine and Ethics, Ankara, 2020. The work titled “Müfredat-ı Tıbbiye” consists of lecturers written by Veterinarian İsmail Hilmi Bey. The only known copy is in the Koyunoğlu Museum. The date of writing is specified as 1290 Arabi by İsmail Hilmi Bey's handwriting. These years are a process in which the efforts of modernization in the late Ottoman period were experienced intensely. It was observed that the Müfredat-ı Tıbbiye includes informations on scientific progress in Europe in the 19th century. Thus, the 19th century health and medical education policies of the Ottoman Empire and Europe could be analyzed and compared. Müfredat-ı Tıbbiye classifies the medicates according to their mechanism of action and the highest proportion of medicates was seen to be plants. Plants were evaluated as an important guide in determining the place of the work in the history of medicine. Based on plants, World Health Organization Monographs on Selected Medicinal Plants, Materia Medica, Kitâb-ül-Câmî Fi Edviyet-il-Müfrede, Pharmacopée Française, Pharmacopee Militaire Ottomane, Müfredat-ı Tıb and İlm-i Tedavi which have important places in the history of medicine, have been compared with the Müfredat-ı Tıbbiye. A history of about 2000 years of medicine has been studied in terms of common medicinal plants in these works, and paradigm changes in health in this long period can also be observed. Thanks to the Müfredat-ı Tıbbiye which was translated from Ottoman Turkish to Latin letters; the history of pharmacy, veterinary medicine and human medicine which are indispensable parts of the history of medicine, could be examined in a holistic way. Müfredat-ı Tıbbiye also provides a holistic medical perspective by revealing a long medical history and is making valuable contributions to one health discussions. Key Words: Müfredat-ı Tıbbiye, Veterinarian İsmail Hilmi Bey, History of Medicine, 19th Century Ottoman Empire Health Policies, One Health Concept ix İÇİNDEKİLER ONAY SAYFASI iii YAYIMLAMA VE FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI BEYANI iv ETİK BEYAN v TEŞEKKÜR vi ÖZET vii ABSTRACT viii İÇİNDEKİLER ix TABLOLAR xi 1. GİRİŞ 1 2. GENEL BİLGİLER 5 2.1. On Dokuzuncu Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Tıp ve Veteriner Hekimliği Öğretimi 7 3. GEREÇ VE YÖNTEM 13 4. BULGULAR 19 4.1. Veteriner Hekim İsmail Hilmi Bey ve Müfredat-ı Tıbbiye 19 4.2. Materia Medica ve Müfredat-ı Tıbbiye’de Yer Alan Bitkilerin Karşılaştırılması 35 4.3. Kitâb-ül-Câmî fi Edviyet-il-Müfrede (Müfredât-ı İbn-i Baytar) ve Müfredat-ı Tıbbiye’de Yer Alan Bitkilerin Karşılaştırılması 42 4.4. Pharmacopée Française ve Müfredat-ı Tıbbiye’de Yer Alan Bitkilerin Karşılaştırılması 46 4.5. Pharmacopee Militaire Ottomane ve Müfredat-ı Tıbbiye’de Yer Alan Bitkilerin Karşılaştırılması 50 4.6. Müfredat-ı Tıb ve İlm-i Tedavi ile Müfredat-ı Tıbbiye’de Yer Alan Bitkilerin Karşılaştırılması 51 4.7. Dünya Sağlık Örgütü Seçilmiş Tıbbi Bitkiler Monografı (Cilt 1) ve Müfredat-ı Tıbbiye’de Yer Alan Bitkilerin Karşılaştırılması 53 4.8. Ortak Bitkilerin Tüm Eserlerde Birlikte Değerlendirilmesi 60 5. TARTIŞMA 75 5.1. Tıp Tarihinde Hastalık Paradigmaları 77 5.2. Müfredat-ı Tıbbiye ve Bitkilerle Tıp Tarihinin İzini Sürmek 78 x 5.3. Osmanlı Devleti’nde ve Avrupa’da 19. Yüzyıl Tıp Eğitimine Müfredat-ı Tıbbiye ile Bakış 83 5.4. Avrupa’daki Bilimsel İlerlemeler ve Müfredat-ı Tıbbiye’ deki İzleri 86 5.5. Sağlık Politikalarına Müfredat-ı Tıbbiye İle Bakış 90 6. SONUÇ ve ÖNERİLER 93 6.1. Çalışmanın Kısıtlılıkları 96 6.2. Öneriler 97 7. KAYNAKLAR 99 8. EKLER EK-1: Müfredat-ı Tıbbıye Çeviri Yazısı EK-2: Sözlük EK-3: Materia Medica, İlgili Kısımlar Çevirisi EK-4: Kitabu'l-Câmi Fi’l-Edviyeti’l-Müfrede, İlgili Kısımlar Çevirisi EK-5: Pharmacopée Françaıse, İlgili Kısımlar Çeviri Yazısı EK-6: Pharmacopee Militaire Ottomane, İlgili Kısımlar Çeviri Yazısı EK-7: Müfredat-ı Tıb ve İlm-i Tedavi, İlgili Kısımlar Çeviri Yazısı EK-8: Dünya Sağlık Örgütü Seçilmiş Tıbbi Bitkiler Monografı (Cilt 1), İlgili Kısımlar Çevirisi EK-9: İsmail Hilmi Bey’e Ait Fotoğraflar EK-10: Orijinal Metin EK-11: Orjinallik Ekran Çıktısı EK-12: Dijital Makbuz 9. ÖZGEÇMİŞ xi TABLOLAR Tablo Sayfa 1.1. Humoral Patoloji Teorisi’nin çeşitli özelliklerle ilişkisi. 3 4.1. Zayıflatıcı mu’alecelerden mülâyemet verici mu’alecat. 24 4.2. Zayıflatıcı mu’alecelerden soğutucu mu’alecat. 25 4.3. Tahrik edici mu’alecelerden umumi mu’alecat. 25 4.4. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Müshiller. 26 4.5. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Mukayyi ve müdirrler. 27 4.6. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Rahme müteessirler. 27 4.7. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Sinirlere müteessirler. 28 4.8. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Hâl ediciler. 29 4.9. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Terletici ve göğüs yumuşatıcılar. 29 4.10. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Kızartıcı ve ızdırap verici ve kabartıcı ve dağlayıcılar ile kurt dökücüler. 30 4.11. Müfredat- ı Tıbbiye’deki bitkiler. 31 4.12. Müfredat- ı Tıbbiye’deki bitkisel ürünler. 32 4.13. Müfredat- ı Tıbbiye’deki hayvan/ hayvansal ürünler. 32 4.14. Müfredat- ı Tıbbiye’deki madensel/kimyasal ürünler. 33 4.15. Pharmacopée Française içindekiler kısmı. 49 4.16. Hatminin belirlenen eserlerde tıbbi kullanım alanları. 62 4.17. Lavantanın belirlenen eserlerde tıbbi kullanım alanları. 64 4.18. Nanenin belirlenen eserlerde tıbbi kullanım alanları. 66 4.19. Mürverin belirlenen eserlerde tıbbi kullanım alanları. 68 4.20. Tarçının belirlenen eserlerde tıbbi kullanım alanlar. 70 4.21. Zencefilin belirlenen eserlerde tıbbi kullanım alanları. 72 4.22. Ravendin belirlenen eserlerde tıbbi kullanım alanları. 74 1 1. GİRİŞ Beşerî hekimlik, veteriner hekimlik, eczacılık gibi sağlığın bileşeni olan birçok çalışma alanı tarih boyunca hep birlikte yol almıştır. Birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılamayan bu alanların ortak gayesi yaşatma çabasıdır. Hekimlik, bilinen okulu olmadan da canlıyı yaşatma çabası içinde olmuş ve bunun için hep doğadan şifa verici destekler aramıştır. Bu amaçla; çoğunlukla bitkilere; bazen madensel ürünlere, bazen başka canlılara, kimi zaman da mistik güçlere başvurulmuştur (1). Hint mitolojisinde, insanların hastalıklardan çektiği acılara dayanamayıp Tanrılara yalvaran bilgelere, Baş tanrı Brahma Ayur-Veda (yaşam bilgisi) sırlarını vermiştir (2). Ayurvedist hekim de hastalıkları tridosha arasındaki dengeyi sağlayarak tedavi etmeye çalışırdı (2). Tridoshayı, vata-dosha (hava ve boşluktan oluşur), pitta-dosha (su ve ateşten oluşur), kapha-dosha (su ve topraktan oluşur) oluşturur (2). Geleneksel Çin tıbbında ise sağlık, hayat enerjisinin (t’ai chi) yeterli ve uyumlu şekilde kanallarda dolaşması olarak tanımlanmış aksinde hastalığın ortaya çıktığı belirtilmiştir (2). Şamanlar tedaviyi hem ellerindeki bitkiler ve hayvanların temsil ettiği güçlerle hem de mistik güçlerle sağladıklarını iddia edegelmişlerdir. Şamanların hastalığı tedavi ederken temel dayanakları evrende her şeyin bir ruhu olması ve bitkilerin de ruhu iyileştirmek için kullanılmasıdır (3). Sümerlerde hekimler büyü, fal, bitki, madensel ürünlerle sağaltımı gerçekleştirmeye çalışırken, hayvanların ve insanların hekimleri de artık ayrı ayrı tarihsel kaynaklarda yerini almaya başlamıştır (4, 5). Eski Yunan’da bir yandan tanrıları gücendiren nelerse onları yok etmeye çalışan insanlık, diğer yandan da kendisi ve çevresiyle uyumu sağlık için dert edinmiştir (2). Bu uyum arayışı Empodokles’ten (M.Ö. ~492-432) Hippokrates’e ve Aristoteles’e (M.Ö. 389-322) dört unsur/anasır-ı erba’a, dört hılt/ahlat-ı erba’a, humoral patoloji teorisi adlarıyla tıp tarihine de etki etmiştir. Humoral patolojinin kökleri Antikçağ Yunan Felsefesine; evrenin ana maddesi, ‘ilk madde’, ‘arkhe’ tartışmalarına dayanmaktadır (6). Arkhe, Thales’e (M.Ö. 625-545) göre su iken, Anaksimenes’e (M.Ö. 588-524) göre hava, Heraklitos’a (M.Ö. 540-524) göre de ateştir (7). Empodokles “Tabiat Üzerine (Peri Physeos)” isimli kitabında, varlığı oluşturan ilk maddeyi su, hava, ateş ve toprağın 2 birlikteliği olarak tanımlamıştır. Empedokles’e göre bu dört unsurun farklı oranlarda bir araya gelip birleşmesiyle diğer varlıklar oluşmaktadır (7). Empedokles tarafından ortaya konulan anlayış Aristoteles (M.Ö. 389-322) tarafından da benimsenmiş ve sistematik hâle getirilmiştir (8). Aristoteles’e göre ay üstü âlem, sonsuzluktur ve maddesel bir bozulmanın olmadığı yerdir; ay altı âlem ise bozulmanın olduğu yerdir ve bu dört unsur, varlıkların yapısında farklı şekillerde bulunur (9). Dört unsurun sıcak, soğuk, kuru ve yaş olmak üzere dört özelliği bulunmaktadır ve bu özellikleri sayesinde bir unsur diğerine dönüşebilmektedir (10). Bu teori, Hippokrates tarafından tıbba uyarlanmış ve “Humoral Patoloji Teorisi” adını almıştır (2). Bu teoriye göre, evren hava, su, toprak ve ateşten meydana gelmiştir. Evrenin bir parçası olan insanda da bu dört elmenetten meydana gelmiş kompozisyonları değişik, 4 temel sıvı (hılt/humor) vardır: Kan, balgam, safra, kara safra (2). Kan, sıcak-yaş olan havaya; balgam, soğuk-yaş olan suya; safra, sıcak-kuru olan ateşe; kara safra, soğuk-kuru olan toprağa karşılıktır (2). İslam felsefesinde bu konu ilk olarak, meşşai filozoflarından El-Kindi tarafından dile getirilmiştir (10). İslam felsefesinde evrende dört unsurun karşılığı ‘anasır-ı erba’a’ iken, küçük evren kabul edilen insanda karşılığı ‘ahlat-ı erba’a’ (dört hılt) dır (9). Hılt, vücut tarafından emilen, besinlerin sindirimi ile ortaya çıkan cevher olarak kabul edilmekte ve dokuların yeniden şekillenmesinde, tamirinde rol alması beklenmektedir (2). Bu dört hıltın arasında oluşan dengesizliklerin hastalıklara yol açtığı düşünülmüştür (11). Hastalıkların oluşumuyla ilgili paradigmalar Antik Yunan döneminden 19’uncu yüzyıla kadar bu teoriye göre şekillenmiştir. Hayatın devamı için alınan gıdalarla hıltın oluşum süreci başlar. Gıdalar ağız, mide, karaciğerde pişer ve karaciğerde kana dönüşür. Gıdaların midede kaynayarak pişen kısmına keymûs denir. Keymûsun pişmesi sırasında üzerinde oluşan köpük safrayı, dibe çöken katı atıklar kara safrayı, karaciğer ısısının tam pişiremediği kısımlar da balgamı oluşturur (2). Ahlat-ı erba’a (dört hılt) dört sıvı anlamına gelmektedir ve insan sağlığını, psikolojisini ve ahlakını etkilediği düşünülen bu dört hılt, insan bedeninde bulunan kan, sarı safra, kara safra ve balgamdır (12). Humoral Patoloji Teorisi’nin çeşitli özelliklerle ilişkisini gösteren tablo (Bkz. Tablo 2.1.), Bayat (2)’ın Tıp Tarihi kitabından alınarak aşağıda gösterilmiştir. 3 Humoral Patoloji Teorisinde, hıltların dengesini sağlamak için kullanılan ilaçlarda bitkiler önemli yer tutmaktadır (2). Ancak bitkiler dört hılt kavramı ortaya atılmadan da şifanın başlıca kaynağı olarak görülmüştür (13). Örneğin insan ve bitkiden şifa bekleme ilişkisi, mitolojik birçok hikâyede yer edinmiştir. Gılgamış destanında, mitolojik kahraman Gılgamış ölümsüzlük otunu sonunda edinir ancak bir yılana kaptırır (14). Zeus’un insanlık için en değerli armağan yarışmasını zeytin ağacı kazanır (15). Bazı bitkiler hâlen halk arasında Lokman Hekim’in ölümsüzlük reçetesi içerisinde bulunduğu iddia edilerek kullanılır. 60.000 yıl öncesine ait bir mezarda, şamanın yanında civanperçemi, mor sümbül, gül hatmi gibi bitkilerle gömüldüğü belirtilmektedir (16). Tablo 1.1. Humoral Patoloji Teorisi’nin çeşitli özelliklerle ilişkisi (Bayat (2)’den alınmıştır). Tarihsel süreçte tıp ve hekimlik Hippokrates’le (M.Ö. 460-375) beraber belirgin olarak mistik özelliklerinden sıyrılmış ve rasyonelleşmiştir (1). Daha sistematik bir hale gelen tıp uygulamasında kullanılan ilaçların sınıflandırılması için ustalara ihtiyaç duyulmuştur. Dioskorides (M.S. 1. yy.) bitkileri sınıflandırılarak kapsamlı bir şekilde bir araya getiren ilk usta, ilk farmakognozist sayılabilir (13). 4 Sağlığın giderek kurumsallaşmasına paralel olarak, uygulayıcıları uzmanlaşmaya ve uzmanlık alanları da birbirinden kopmaya başlamıştır (17). Avrupa’da Rönesans sonrası artan bilimsel gelişmeler 19’uncu yüzyılla birlikte daha da hız kazanmıştır (2) Mikroskobun önemli rol oynadığı buluş ve araçlarla modern tıp gittikçe ilerlemiştir (1). Bilimsel gelişmeler, hastalık nedenlerini mikroorganizmalara ve onların taşıyıcısı olan ya da olduğu düşünülen hayvanlara yönlendirmiştir (18). Louis Pasteur (1822-1895), Robert Koch (1843-1910) ve Rudolf Virchow (1821-1902) gibi tıpta paradigma değişikliğine neden olan isimlerin bu döneme damga vurduğu görülmektedir (1). Pasteur şarbon ve tavuk kolerası hastalığını yapan mikroorganizmaları tanımlamış, kuduz aşısını bulmuştur. Koch ise tüberküloz ve kolera basillerini tanımlamıştır (19). Pasteur ve Koch kadar mikroskobu iyi kullanan, ünlü kitabı ‘Sellüler Patoloji’ 1858 yılında yayımlanan Virchow, geliştirdiği teori ile Humoral Patoloji Teorisini yıkmıştır (2, 20). Hücresel patolojinin babası olarak anılan Virchow, hastalıkla mücadeleyi yalnızca mikroplarla mücadele olarak görmemek gerektiğini ileri sürerek Koch ve Pasteur’den ayrılmıştır (21). Silesia’da yaşanan tifüs salgını ile ilgili olarak hazırladığı raporda ve Berlin şehir kanalizasyon çalışmasında yalnızca mikropla mücadele olamayacağını, sağlığa bütüncül bakılması gerektiğini vurgulamıştır (21). Tüm canlılar ve toplumsal koşulların birlikte değerlendirilmesi hâlinde sağlıkta başarılı olunabileceğini ileri sürmüştür (22). Aralarında halk sağlığı, çevre bilimleri, biyokimya, hemşirelik ve bitki patolojisi olmak üzere sosyal ve ekonomik birçok alanın sağlığın parçası olması ve insanlar ve hayvanlar için sağlık bakımının her alanında disiplinler arası iş birlikleri ve iletişimin yaygınlaştırılması gerektiğini savunan Virchow, sağlığın bütüncüllüğünden koptuğu eleştirilerini de dile getirmiştir. Bu söylem günümüz “tek sağlık” tartışmaları içerisinde değerlendirilmektedir (23, 24). 5 2. GENEL BİLGİLER Tek sağlık kavramının uluslararası kabul görmüş ortaklaşan bir tanımı bulunmamaktadır (24). Bu tanımlardan bir tanesi Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) aittir: Tek sağlık kavramı, insan ve hayvan sağlığının bozulmasına neden olan karmaşık zorluklara; gıda güvenliği, yoksulluk ve hastalıkların geliştiği çevrelere işaret eden bütünsel bir vizyondur (25). Tek sağlık biyoçeşitliliğin desteklenmesi, biyomedikal araştırmalar, çevre sağlığı ve çevrenin korunması, eğitim, enfeksiyöz hastalık ekolojisi, etik, gıda güvenliği ve güvenilirliği, halk sağlığı ve kamu politikaları, hayvancılık ve hayvan bilimleri, iklim değişikliği, kamu bilinci ve halkla iletişim, klinik tıp, koruyucu tıp, temel ve dönüşümsel araştırmalar, veteriner hekimler ve çevre sağlık profesyonelleri ile kuruluşları gibi birçok alanı kapsamaktadır (25). Tek sağlık anlayışının net bir kökeni de yoktur (24). Hippokrates’in “On Airs, Waters and Places” kitabında halk sağlığı temiz çevren ilişkisine vurgusu da tek sağlık kavramı içerisinde değierlendirilmektedir (24). Virchow da sosyal ve ekonomik birçok alanın sağlığın parçası olması gerektiğini iddia etmiştir (21). Virchow zoonoz terimini ortaya atmış ve insan ve hayvan hekimliği arasında ayırıcı bir çizgi olamayacağını; hayvan ve insanlarda görülen hastalıkların türler arası değil, sadece detaylarda olduğunu iddia etmiştir (26). Bütüncül tıbbi düşüncenin kuzey Amerika’ya Rudolf Virchow’un öğrencisi William Osler tarafından taşındığına ve yazılı net bir kanıt bulunamamasına rağmen “tek tıp” kavramını kendisinin ortaya attığına inanılmaktadır (27). Calvin Schwabe (1927–2006), “Veteriner Hekimlik ve İnsan Sağlığı” (1984) isimli kitabında insanın kritik ihtiyaçlarını, hastalıklarla mücadele, yeterli gıda, yeterli ve kaliteli yaşam alanı ile insani değerlerin hâkim olduğu bir toplum olarak aktarmış; “tek tıp” kavramına vurgu yapmıştır (24, 26). Dünya Sağlık Örgütü ile Gıda ve Tarım Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar, “tek tıp”ı veteriner tıbbının halk sağlığına katkısı olarak kısmen veteriner halk sağlığı şeklinde kurumsallaştırmıştır (27). “Ekosistem sağlığı” kavramı, “tek tıp”ı yaban hayatı da dâhil olmak üzere tüm ekosistemi içine alacak şekilde genişletmektedir (27). Buna göre sürdürülebilir kalkınma, insanların, hayvanların ve birlikte yaşadıkları ekosistemlerin karşılıklı sağlık ve refahına bağlıdır (27). Oldukça klinik bir çağrışıma sahip olan “tek tıp” kavramı, insan ve hayvan sağlığı arasındaki bireysel klinik 6 sorunların çok ötesine ulaşan ekoloji, halk sağlığı ve daha geniş toplumsal boyutları içeren etkileşimleri de kapsayacak şekilde “tek sağlık” kavramına evrilmiştir (27). Hayvan-insan-ekosistem arayüzlerinde bulaşıcı hastalık risklerini azaltmaya yönelik stratejik bir çerçeve, ilk olarak Ekim 2008'de Şarm El-Şeyh'te düzenlenen 6. Uluslararası Kuş Gribi ve Pandemik İnfluenza Konferansı'nda yayınlandı ve 2009'da Winnipeg, Kanada'da uzman toplantısında “One World One Health” patentli kavramı altında daha da gelişti (27). Gürler (28), Malumat-ı Baytarriyye Adlı Eser Üzerine Bir İnceleme isimli makalesinde Malumat-ı Baytarriyye’nin (1895) yazarı Necmeddin Sami Bey’in tek tıp kavramından haberdar olduğunun ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Yazar, eserde hayvan sağlığının güçlenmesinin insan sağlığını da güçlendireceği; insan ve hayvan sağlığının birbirine bağlı olduğunun belirtildiğini söylemektedir (28). Tek sağlık hareketi -1858'de Rudolf Virchow'a kadar uzanan- akademik kökleri veterinerlik ve insan tıbbına sahip ancak bu disiplinlerle sınırlı değildir (23). Müfredat-ı Tıbbiye’nin yazıldığı aynı döneme denk gelmesi, Osmanlı Devleti’ne ait sağlık kurumlarının bir aradalıklarından da yola çıkılarak tek sağlık kavramı çalışmada ele alınıp incelenmiştir. Ondokuzuncu yüzyılda tıp ve sanayileşmede meydana gelen hızlı ilerlemeler, bitkilerin tıpta kullanımını da etkilemiştir. Yüzyılın ilk yarısında droglardan etken madde izolasyonu yapılmaya başlanırken, ikinci yarısında artık barbütiratlar gibi tedavide kullanılan anorganik sentetik maddeler elde edilmeye başlanmıştır (13). Bu gelişmeler nedeniyle Avrupa’da ‘laboratuvar tıbbı’ olarak kabul edilen 19’uncu yüzyıl, aynı zamanda ‘hastaneler tıbbı’ olarak da anılmaktadır (29). Avrupa’da bulaşıcı hastalıklar ve sosyoekonomik engeller nedeniyle tedaviye ulaşamama, günümüz hastane algısından farklı olarak, hastaların toplumdan yalıtımını sağlayan hastaneleri de artırmıştır (29). Bitkiler ve insan sağlığı arasındaki güçlü tarihi bağ, 1897'de Friedrich Bayer Ortaklığı’nın dünyaya sentetik asetil salisilik asit (aspirin) sunmasıyla gevşemeye başlamıştır (30). Yirminci yüzyıl, sentetik kimya ağırlıklı ilaç endüstrisi için bir yükseliş dönemi haline gelmiş ve droglar neredeyse hiçbir doğallığı olmayan sentetik moleküllerle yer değiştirmiştir (30). Bitkiler ve sağlık arasındaki kopan bağ; gıda ve tedavi arasındaki tarihsel bağı da azaltmıştır (30). Günümüzde bitkiler insan sağlığı 7 ürünleri içindeki yerini tekrar almaya başlamaktadır (30, 31). Günümüzde kullanımları genellkle geleneksel, tamamlayıcı tıp temelinde olmaktadır ve sentetik ilaçlarla birlikte kullanılmaktadır (31). Günümüzde Türkiye’de de geleneksel tamamlayıcı uygulamalar mevzuata bağlanmaya ve yapılandırılmaya başlanmıştır (32-36) 2.1. On Dokuzuncu Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Tıp ve Veteriner Hekimliği Öğretimi Osmanlı Devleti’nde 19’uncu yüzyılın başındaki modernleşme çabaları çerçevesinde ilk olarak Deniz Kuvvetlerine bağlı bir tıp okulu açma girişimi denenmiştir (37). Padişah III. Selim zamanında tersane ve donanmadaki çalışanların sağlık sorunlarına yönelik 1805 yılında “Bahriye Kanunnamesi” yürürlüğe girmiş; bunun gereği olarak da Tersane Hastanesi, sonrasında Tersane Tıbbiyesi kurulmuştur (38). 1807 yılında Tersane Nizamnamesi yayımlanmış, bu Nizamnamede tıp ve cerrahi eğitimin bir arada yapılması da yer almıştır (38). Ancak Tersane Tıbbiyesinin kısa süre sonra kapandığı ve ne kadar süre hizmet verdiğinin tam olarak bilinmediği bildirilmektedir (38). Ondokuzuncu yüzyılda tıp eğitiminin yerleştirilmesi için bir diğer girişim de Rumlar tarafından 1805’te Kuruçeşme’de Tıp Okulu kurulmasıdır (38). Bu Okulun ne kadar süre eğitim verdiği bilinmemekle birlikte ya Okul yöneticiliğine getirilen Boğdan Voyvodası’nın kardeşi Dimitraşko Bey’in 1812 yılındaki idamından ya da 1820’deki Yunan ayaklanmasından sonra kapatıldığı düşünülmektedir (38). Osmanlı Devleti’nde tıp eğitimi ve hekim yetersizliği 19’uncu yüzyılın ilk çeyreğinde dönemin hekimbaşısı Mustafa Behçet tarafından da fark edilmiş ve hem padişah III. Selim hem de padişah II. Mahmud’a bildirilmiştir (39). Padişah II. Mahmud tarafından 14 Mart 1827’de, İstanbul’da, Tıphane-i Amire kurulması Türkiye’de çağdaş tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul edilebilir (40). Tıphane-i Amire’nin amacı hem medreselerde hem de Avrupa’da öğretilen tıbbı bilen hekimler yetiştirmek olarak belirlenmiştir (41). Bu amacın Okulun müfredatına da yansıtıldığı; müfredatta; tabiat tarihi, kimya, botanik, tıbbi bitkiler, anatomi, fizyoloji, kurşun çıkarma, ampütasyon, kırık ve çıkıkların yerleştirilmesi ile yara pansumanı gibi derslere yer verildiği görülmektedir (40). 8 Tıphane-i Amire’nin ardından cerrah ihtiyacının karşılanabilmesi amacıyla 1831 yılında Cerrahhâne-i Ma’mûre Okulu da açılmıştır (42). Mekteb-i Tıbbiye ve Cerrahhane’de okul yönetimi de Fransız hekim Sade de Calere’e verilmiştir (43). Tıp Okulu 1838 yılında Galatasaray’daki Enderun Ağaları Mektebi binasına taşınınca yönetimi Viyana’dan Dr. Bernard üstlenmiş ve Fransızca öğretime de devam edilmiştir (40). Osmanlı Devleti’nde eğitmen sıkıntısının yoğun olarak yaşandığı bu dönemde öğretmenlerin çoğu ya yurt dışından getirilmiştir ya da gayri-müslimdir (41). Yine başarılı tıp öğrencileri Avrupa ülkelerine gönderilerek modern bilgi ve becerileri Osmanlı Devleti’ne taşımaları istenmiştir (44) . Tıp Okulu 1839’da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne adını almıştır (40). Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’nin açılışında kurumda bir de Eczacılık Okulu kurulmuş ve buradan da diploma alma zorunluluğu getirilmiştir. Tıpta başarılı olamayan öğrencilere Eczacılık Okuluna geçme olanağı tanınınca üç yıllık eğitim sonunda diplomalarını alabilenlere orduda görev verilmiştir (45). Yine bu Okul’da 1845 yılında ilk kez Ebelik Okulu da açılmıştır (40, 46). 1840 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’de, Meclis-i Umur-ı Tıbbiye faaliyete geçmiş; hekimlerin imtihan edilmesi, satılan ilaçları kontrol edilmesi bu kuruma devredilmiştir (47). 1861 yılında da Belediye İspençiyarlık Sanatının İcrasına Dair Nizamname yürürlülüğe sokulmuş ve birçok yeni hüküm ve zorunluluklar getirilerek eczacıların çalışmaları bir düzene sokulmak istenmiştir (48) Eczacılar, eczaneler ve eczacılık öğrencileri için denetim ve gözetim Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye verilmiştir (48). Bu düzelemeyle eczacılık bağımsız bir sanat ve meslek olarak kabul edilerek eczanelerin Avrupa düzeyinde kurumlar haline getirilmesi planlanmıştır (48). 1871’de yayınlanan İdare-i Umumiye-i Tıbbiye Nizamnamesi ile vilayetlerde belediye eczanelerinin açılması; 1876’da yayınlanan Belediye Eczanesinin Yönetimi Hakkındaki Nizamname’yle de belediye eczanelerinin işletme esasları yürürlüğe girmiştir (48). Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’de eğitim, hazırlık ve tıp bilimleri (fizyoloji, anatomi, botanik, tıp müfredatı, dâhili bilimler, cerrahi bilimler dersleri) olmak üzere iki ana bölümde yürütülmüştür (40). Müfredat-ı Tıbbiye beşinci senede genel iç ve dış hastalıkları, doğum bilgisi ve hijyen dersleriyle birlikte okutulmuştur (41). 9 Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’nin açılışı, Osmanlı Devleti’nde çağdaşlaşma çabalarının yaşandığı Tanzimat Dönemi’ne denk gelmiştir. Bu dönem, 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanından 1878 yılında Meclisin kapatılmasına kadar olan zaman aralığını kapsamaktadır (46). İslam Ansiklopedisinde ‘mülkî idareyi ıslah ve yeniden organize etme’ olarak tanımlanan Tanzimat 19’uncu yüzyılda bilimsel ilerleme çabalarının en belirgin köşe taşlarından birisi olmuştur (49). Bu dönemde İstanbul’da 1840-Ahırkapı Kışlası Hastanesi, 1840-Davut Paşa Askerî Hastanesi, 1840-Râmi Askerî Hastanesi, 1841-Toptaşı Askerî Hastanesi, 1841-Bâb-ı Seraskerî Hastanesi ve 1848-Gülhane Askerî Hastanesi de açılmıştır (50). Tanzimat Dönemi’nde yenileşme çabalarında genellikle Fransa’dan destek alınmış; ya da Fransa taklit edilmiştir (46). Fransa bir yandan Rusya’nın Doğudaki etkisini engellemeye çalışmıştır (43). Diğer yandan da Osmanlı Devleti’ne eğitimde yenilik yapması için Şubat 1867’de nota vermiştir (46). Fransa ile özellikle bilim alanında yoğun ikili ilişkiler yürütülmüştür (43). Bu dönemde Avrupa’dan farklı akademisyenlerin de çağrıldığı görülmektedir. Eğitim-öğretim planlamasının yapılması için Muvakkat Maarif Meclisinin kurulduğu; ilk akademi çalışmalarının başlatılması için J.W. Redhouse (1811-1892), Joseph von Hammer-Purgstall (1774- 1856) ve Thomas-Xavier Bianchi (1783-1864) gibi ünlü isimlerin de olduğu heyetin çalışmalar yürüttüğü, ancak başarılı olunamadığı bilinmektedir (46). Yine bu dönemde, okullar derecelendirilmiş ve Tıp Okulu üçüncü ve son derecedeki okul olarak belirlenmiş; ikinci ve üçüncü derecedeki okullarda eğitim dilinin Türkçe olması kabul edilmiştir (42, 46). Eğitim dili Türkçe olan ilk Sivil Tıp Okulu “Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye” adıyla 1867’de açılmıştır (51). Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne, 1866 yılında Sirkeci’deki Demirkapı Kışlasına; 1873 yılında Galatasaray’daki Mekteb-i Sultani binasına taşınmıştır (52). Topkapı Sarayı’nın bahçesine “hasbahçe” denilmektedir ve bugün de Gülhane Parkı olarak adlandırılmaktadır (53). Hasbahçe içindeki binalarda, ilim ve sanat öğretidiği belirtilmektedir (53). Bu alan, Sur-i Sultani'nin Soğukçeşme Kapısı’ndan başlayarak batı yönünde kara surlarının son kapısı olan Demirkapı, kuzeyde Demirkapı'nın yanında yer alan Eski Mektebi Tıbbiye yapıları ve Sarayburnu’na doğrudur (53). Demirkapı Kışlası da Mekteb-i Sultani de bu alanda yer almaktadır. 10 On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı Osmanlı Devleti’nde Fransızca olan eğitim dilinin Türkçe olması için tepkilerin yoğunlaşacağı da bir dönemdir (54). Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliye-i Şâhâne müdürü Cemâleddin Mehmed Efendi 1857 yılında, Türk öğrencilerin en başarılılarından seçtiği, tıp kitaplarını Türkçeye tercüme edebilecek bir grup için özel bir sınıf “mümtaz sınıf” açmıştır (2). Cemâleddin Mehmed Efendi iki sene sonra okuldan uzaklaştırılmış, mümtaz sınıf kapatılmıştır (2). Tıp eğitiminin Türkçe yapılmasını, kitapların Türkçe’ye tercüme edilmesini, tıp bilgilerinin tartışıldığı Türkçe bir dergi yayınlanması savunan mümtaz sınıf öğrencileri 1862’de bir dernek kurmuştur (2). Mümtaz sınıf öğrencilerinin 1865’te hocaları Binbaşı Dr. Ahmet Bey’le birlikte hazırladıkları tüzükle dernek, Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniyye ismini alarak resmîleşmiştir (2). Bu süreçte Türkçe eğitim veren Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (1867) açılmış, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de eğitim dili Türkçeleşmiştir (1870) (2). Ondokuzuncu yüzyıl, Türkiye’de beşerî hekimliğin yanısıra veteriner hekimliğin kurumsallaşma sürecine de sahne olmuştur. Başağaç (55)’a göre (2001) Akşin, Osmanlı Devleti’nde kuruluştan duraklama dönemine kadar izlenen yayılmacı politikanın, dinsel nedenlerin de etkisiyle bilimsel ve kültürel alanlarda önemli gelişmeleri engellediğini ileri sürmektedir (55). Bu alanlarda Batı’yı yakalayamayan Osmanlı Devleti’nin askerî alandaki başarısızlıklarının da yadsınamaz boyutlara ulaşması; orduda yenileşme hareketlerini başlatmasına yol açmış; bu bağlamda Deniz (1773) ve Kara (1793) Mühendishaneleri, Topçu ve İstihkam Okulu (1795), yukarıda görüldüğü üzere Tıp Okulu (1827’de “Tıphane-i Amire” adıyla açılan Okul 1839 yılında Galatasaray’a taşınmış ve “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” adını almıştır) ve Harp Okulu (1834) açılmıştır (56, 57). Osmanlı Devleti’nde veteriner hekimliği eğitiminin kronolojik olarak beşerî hekimlik eğitiminin ardından geldiği görülmektedir. Örgün eğitim veren ilk Veteriner Okulu da askerî nitelikli olup Prusyalı Veteriner Hekim Godlewsky tarafından 1842’de İstanbul’da kurulmuştur (58). Bu Okul, üçer yıllık iki eğitim- öğretim döneminden sonra 1849 yılında Harp Okulu’na taşınmış; öğrenim için Fransa’dan Dubroca getirtilmiş ve eğitim-öğrenim süresi dört yıla çıkarılarak kapsamlı bir program uygulanmıştır (59) . 11 Kırım Savaşı sırasında Harp Okulu’nun boşaltılmasından kısa bir süre sonra Veteriner Okulu, Tıp Okulu binalarına nakledilmiş; öğretimde bu Okulun kadrosundan da yararlanılmıştır (58). Okul, 1863 yılında Pangaltı’da bulunan Harp Okulu’na taşınmış ve burada sivil veteriner hekimlerin yetiştirilmesine de başlanmıştır. Askerî Veteriner Okulu, 1873 yılında - bilimsel ve öğrenme açısından benzerlikleri gerekçe gösterilerek yeniden Tıp Okulu’na nakledilmiş ve yayımlanan bir Nizamname ile Tıp Okulu’na alınan askerî ve sivil veteriner öğrencilerin Okula kabul şartları ve öğretim koşulları düzenlenmiştir (60). Şirin (41)’e göre, veteriner ve tıp okullarının aynı çatı altında toplanmasının ana nedeni az sayıda eğitmenle çok sayıda kişiye eğitim verilebilmesidir (41). Gerçekten de iki Okulun aynı binada; kendi sınıflarında öğrenimlerini sürdürdükleri bu dönemde derslerin okutulmasında ve ders kitaplarının yazılmasında karşılıklı işbirliği içinde hareket edilmiştir (60, 61). Örneğin 1873 yılında veteriner sınıflarındaki ilm-i hayvanat (zooloji) dersinin muallimi Dr. Hüseyin Remzi, ilm-ül arz (jeoloji) muallimi Dr. İbrahim Lütfi’dir (58). Yine 1893 yılında veteriner okullarında da bakteriyoloji dersi okutulmasına dair irade çıktığında ders muallimliği Dr. Rifat Hüsamettin’e verilmiştir (58). Dahası da 1887 yılında tıp, botanik, zooloji hocalarının da içinde bulunduğu bir komisyon kurularak Veteriner Okulu öğrencilerinin ilk iki sınıfı Tıp Okulu öğrencileri ile birlikte okumasına karar verilmiştir (62). Tezin ana materyalini Tıp ve Veteriner Okullarının yanı sıra Eczacılık ve Ebelik Okullarının da Gülhane’deki Tıp Okulu binalarında–aynı çatı altında öğrenimlerini sürdürdükleri bir dönemde yazılan Müfredat-ı Tıb adlı elyazması oluşturmuştur. Osmanlı Devleti’nde gerek Tıp Okulunda ve gerekse Veteriner Okulunda verilen dersler ile yazılan ders kitapları hakkında çeşitli çalışmaların yapıldığı bilinmektedir (41, 46, 58, 63). Okulların eğitim bilgilerine 19’uncu yüzyılda düzenli olarak tutulmaya başlayan salnamelerde de rastlanmaktadır. 1290 yılına ait salnamede, Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne’de, İlm-i Kimya, İlm-i Nebâtat, Hikmet-i Tabiiye, İlm-i Teşrîh, Fizyologia, Fenn-i Saydalanî, Müfredat-ı Tıb1, Mevâlid-i Selâse, Ameliyat-ı Cerrahiye ve Teşrîh-i Marazı, Ahkâmü’l-Emrâz, Emrâz-ı Dâhiliye, İlm-i Emrâz-ı Dâhiliye, İlm-i Emrâz-ı Hariciye, İlm-i Emrâz-ı Umumiye, 1 Müfredat-ı Tıbbiye dersi salnamelerde, İlm-i Müfredat, Fenn-i Müfredat-ı Tıb, Fizyologia ve İlm-i Menâfiu’l-aza isimleriyle de geçmektedir (41). 12 Seririyât-ı Tıbbiye, Seririyât-ı Cerrahiye, Tıbb-ı Kanunî, Fenn-i Kıbâle derslerinin verildiği görülmektedir (41). Yine aynı salnamede, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne ve Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’de Müfredat-ı Tıbbiye dersinin muallimi Ahmed Bey, muavini ise Ali Raşid Bey olarak kaydedilmiştir. Bu bilgilerden hareketle üzerinde çalışılan Müfredat-ı Tıb adlı yazma öncelikle bir beşerî hekimlik kitabı olarak değerlendirilmiştir. Ancak, eserin çevirisi üzerinde çalışılırken yazmanın aslında veteriner hekimliğe ait bir ders takriri2 olduğu anlaşılmıştır. Tıp; insan ve hayvan sağlığını korumak, sürdürülebilir kılmak ve yeniden sağlamak için çaba sarf eden tüm disiplinleri kapsadığından (62) Müfredat-ı Tıbbiye’nin, tıp tarihine bütüncül bakan bir çalışma yapmak için değerli olduğu düşünülmüştür. Müfredat-ı Tıbbiye’nin yazıldığı dönem, sağlık ve eğitim politikaları yönünden incelenmeye çalışılmıştır. Günümüz politikaları da aynı bakış açısıyla, tıp tarihi ve etik literatüründeki sağlık tartışmalarına katkı sağlayabilmesi umuduyla çalışmada işlenmiştir. Bu tez çalışması; Osmanlı Devleti’ndeki birçok gelişmenin ve bilimsel çabanın yaşandığı döneme ait olan Müfredat-ı Tıbbiye’nin çevirisini tıp tarihi alanına kazandırmak, eserde geçen veteriner hekimliği, eczacılık ve tıp alanlarında kullanılan tıbbi bitkileri gün yüzüne çıkarmak ve yazmada ele alınan bitkileri; eserin kendi dönemine, öncesine ve sonrasına ait eserlerde geçen bitkilerle karşılaştırarak eserin bilimsel değerini ortaya koymak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Belirlenen eserler Materia Medica, Kitâb-ül-Câmî fi Edviyet-il-Müfrede (Müfredât-ı İbn-i Baytar), Pharmacopée Française, Pharmacopee Militaire Ottomane, Müfredatı Tıb ve İlm-i Tedavi, Dünya Sağlık Örgütü Seçilmiş Tıbbi Bitkiler Monografı (Cilt 1)’dir. İncelenen eserlerdeki ortak bitkiler üzerinde tarihsel sürecin incelenmesi ve Müfredat-ı Tıbbiye’nin tıp tarihine katkısının anlaşılması hedeflenmiştir. 2 Takrir: Anlatma, ders verme (71). 13 3. GEREÇ VE YÖNTEM Doktora tez çalışmasının ana materyalini, orijinal nüshası Konya İzzet Koyunoğlu Kütüphanesinde bulunan 12406 kayıt numaralı Müfredat-ı Tıbbiye başlıklı elyazması oluşturmuştur. Çalışma doğrultusunda, yazmada geçen bitkilerin karşılaştırılması amacıyla diğer kaynaklardan ve konuyla ilgili olabilecek kitap, makale vb. yayınlardan da yararlanılmıştır. Tezin giriş ve genel bilgiler bölümlerinde, Müfredat-ı Tıbbiye’de etkisi gözlenen tıp tarihindeki gelişmeler ve yazmanın ait olduğu dönemde Türkiye’deki tıp ve veteriner hekimliği eğitim-öğretiminin durumu hakkındaki genel bilgiler de verilerek konuya hazırlık yapılmıştır. Müfredat-ı Tıbbiye ve içeriği ile ilgili bilgiler verilmiştir. On dokuzuncu yüzyılda veteriner hekimlik ve tıp eğitimi hakkında bilgilere yer verilmiştir. Tezin bulgular bölümünde, önce eser ve eserin üzerindeki isim ele alınmış; ardından çeviri yazısı hazırlanmış, eserde geçen bitkiler ve bu bitkilerin tedavide kullanımları; Müfredat-ı Tıbbiye’nin yazıldığı döneme, öncesine ve sonrasına ait olan kaynaklarda geçen bitkilerle karşılaştırılmıştır. Eserde ismi geçen İsmail Hilmi Bey hakkında da bilgilere yer verilmiştir. Tartışma bölümünde, bulgularda aktarılan veriler, literatür bilginin desteği ile yorumlanarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler ile ortaya çıkan bilgilere ise sonuç bölümünde yer verilmiştir. Müfredat-ı Tıbbiye’nin girişinde adı yazılı olan İsmail Hilmi Bey hakkında bilgi edinmek amacıyla; ilgili olabileceği düşünülen sınırlı sayıda kaynak gözden geçirilmiş; bunun dışında Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) ve Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü arşivlerinde, ayrıca Başbakanlık Osmanlı Devleti Arşivleri’nde taramalar yapılmış, İsmail Hilmi Bey’e ya da çalıştığı Vezirîye Çiftliğine ait olabilecek bilgi ve belgelere (isim benzerlikleri de gözetilerek) ulaşılmaya çalışılmış; ancak herhangi bir kayıt bulunamamıştır (64-68). İsmail Hilmi Bey’in torunu Prof. Dr. İsmail Cem KARASU ile görüşmeler de yapılmış; edinilen bilgilere kısaca yer verilmiştir. Müfredat-ı Tıbbiye’nin çeviri yazısı Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Binnur Erdağı Doğuer ile birlikte tekrar kontrol edilmiş ve düzenlenmiştir (Bkz. Ek.1). Türkiye’de tıp yazınına, Latin harfleriyle 14 hazırlanmış; kolay anlaşılabilmesi için de sözlük eklenmiş bir eser kazandırılmıştır (Bkz. Ek.2). Sözlükte yalnızca kelimenin metin içerisindeki anlamı verilmiştir. Sözlük hazırlanmasında Ferit Devellioğlu’nun. Ankara, 2011 basımı Osmanlıca- Türkçe Sözlük’ünden, Utkan Kocatürk’ün 2006 Ankara basımı Tıp Terimleri Sözlüğü’nden ve Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’ten yararlanılmıştır (69- 71). Çalışma içerisinde geçen diğer Osmanlıca kelimelerin anlamları dipnotlarla gösterilmiştir. Kolay karşılaştırma yapılabilmesi için çeviri yazısı ve orijinal metine ayrıca eşleşen sayfa numaraları verilmiştir. Çeviri yazısında Fransızca başlıklar olduğu gibi bırakılarak metinde aynen yansıtılmıştır. Okuyucuya rahatlık olması açısından Latin harfleriyle Fransızca yazılmış kelimeler dipnotta belirtilmiştir. Çeviri yazısı kitabın başlığından itibaren numaralandırılmıştır. Çeviri yazısı satır sıraları korunarak yapılmıştır. Bazı sayfalarda kenar yazıları da olduğu görülmüştür. Kenar yazıları sayfanın altında verilmiş; yine satır sıraları korunarak çeviri yazıları hazırlanmıştır. Müfredat-ı Tıbbiye’nin giriş sayfalarında sonradan eklendiği anlaşılan silik yazılar da görülmüştür. Bu yazılar, çeviri yazısına eklenmeyerek dipnot olarak gösterilmiştir. Metinde bazı kelimeler ve başlıklar kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Kırmızı mürekkeple yazılmış yazılar aynı renkle verilmiştir. Müfredat-ı Tıbbiye içinde geçen mu’alecatın, sınıflandırılmasının daha iyi anlaşılabilmesi için tablolar düzenlenmiştir. Yine eser içerisinde geçen bitki/bitkisel, hayvan/hayvansal ve madensel/kimyasal ürünler - daha anlaşılır olabilmeleri için hazırlanan - tablolarda toplanmıştır. Tez çalışmasında, Müfredat-ı Tıbbiye’de geçen bitkilerin, tıp tarihinde köşe taşı olarak kabul edilen ve Müfredat-ı Tıbbiye’nin yazıldığı döneme, öncesine ve sonrasına ait olan kaynaklarda geçen bitkilerle karşılaştırması da yapılmıştır. Bu bitkilerin, insan ve hayvanda ortak kullanımlarının olup olmadığı; ortak kullanımları varsa kullanım şekli ve dozajlarının benzerlikleri; günümüz kanıta dayalı tıp anlayışında ve geleneksel tıp uygulamalarında bu bitkilerin ve drogların yerleri gibi bazı belirleyenlerle konu değerlendirilmeye çalışılmıştır. Müfredat-ı Tıbbiye ile karşılaştırılan ilk eser, Anadolu’nun Klikya bölgesinde yaşamış olan ilk farmakognozist kabul edilen Dioscorides Pedanios’un (M.S. 1. yy.) “Materia Medica”sıdır (13). Dioscorides’in “Perihyles Iatrikes” isimli eseri (ilâç 15 bilgisi) Latinceye, Materia Medica ismiyle tercüme edilmiştir (13). Materia Medica’da 600’den fazla bitkisel, 35 hayvansal ve 90 madensel drogun ele alındığı belirtilmektedir (72). Çalışmada Robert T. Gunther’in 1959 New York basımı “The Greek Herbal of Dioscorides” eserinin dijital kopyası ve Lily Y. Beck’in Hildesheim 2005 basımı “Pedanius Dioscorides of Anazarbus, De Materia Medica” eserinin dijital kopyası edinilerek değerlendirilmiştir (73). “Pedanius Dioscorides of Anazarbus, De Materia Medica” esas alınarak on iki ortak bitki (ebegümeci, hatmi, tarçın, karabiber /biber, zencefil, pelin, nane, lavanta, mürver, ravent, terebentin ve adam otu) belirlenmiş, ilgili bölümlerin Türkçe çevirisi tarafımca yapılmış ve incelenerek çalışmaya eklenmiştir (Bkz. Ek.3). Değerlendirme için Dioscorides'in Materia Medica’sı üzerine yapılmış tez çalışmalarına da ulaşılmaya çalışılmış; bu amaçla Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Tez Merkezi taranmış ve İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü İstanbul Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı’nda tamamlandığı saptanan “Dioskorides’in Materia Medica’sı ve Türk-İslam Tabâbeti” başlıklı Yüksek Lisans Tezi’nden de yararlanılmıştır (72). Eserde geçen dönemine ait ağırlık birimleri için “Encyclopaedia of Scientific Units, Weights and Measures: Their SI Equivalences and Origins”ten yararlanılmış ve bugünün ağırlık birimlerindeki yaklaşık karşılıkları dipnotlarda gösterilmiştir (74). İkinci kaynak, İbn-i Baytar’ın “Kitâb-ül-Câmî Fi Edviyet-il-Müfrede” adlı eseridir. İbn-i Baytar (ö. 1248) ise İslam Dünyasının ilk farmakognozisti olarak tanınmaktadır (13). M.S. 13’üncü yüzyılda yazılan bu eser tıpta kullanılan bitki, hayvan ve maden kökenli 2353 maddeyi alfabetik bir düzende ortaya koymaktadır ve 19’uncu yüzyıla kadar Avrupa’da kullanılmaya devam edilmiştir. İbn-i Baytar’ın eserinde söz edilen ve İsmail Hilmi Bey’in Müfredat-ı Tıbbiye kitabında geçen bitkilerin aynı olanları, Lucien Leclerc’ün (Leclerc L. İbn-el Beither, Traite’s des Simples. Cilt 2. Paris; 1881) isimli eseri esas alınarak belirlenmeye çalışılmıştır (75). Bu eserin ilgili kısımları, Prof. Dr. Esin Kahya tarafından Fransızcadan Türkçeye çevrilmiştir. Eser tarafımca incelenmiş, ilgili yerler karşılaştırılmış ve çalışmamıza eklenmiştir (Bkz. Ek.4). Değerlendirmede ayrıca İbn-i Baytar’ın eseri ile ilgili yapılmış tez çalışmalarından da yararlanılmıştır. Bu amaçla Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Tez Merkezi taranmış; Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 16 Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Eski Türk Dili Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi “Tercüme-i Müfredat-ı İbn-i Baytar” ve Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Türk Dili Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi “Mu’álecát-ı İbn-i Baytár’ın XVII. Yüzyıl Tercümesi” çalışmaları incelenmiştir (76, 77). Karşılaştırmada esas alınan üçüncü kaynak “Pharmacopée3 Française” (1837) isimli eserdir. Paris Tıp Fakültesi Kütüphanesinde bulunan ve 1837 yılında basılmış olan Pharmacopée Française’nin dijital hâli tarafımızca edinilmiş ve incelenmiştir (78). Pharmacopée Française’nin ilgili yerleri çevrilerek çalışmaya eklenmiştir (Bkz. Ek.5). Eserin girişinde, Paris Tıp Fakültesi ve Eczacılık Fakültesi profesörleri tarafından hükümetin emriyle hazırlandığı belirtilmektedir. Mekteb-i Tıbbiye-i Adliyye-i Şahane’de okutulmak üzere Dr. Binbaşı Hüseyin Bey tarafından 1866 yılında Türkçeye çevrilmiş ve 1874 yılında İstanbul’da Düstur-ül Edviye ismiyle basılmıştır (79). Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Tez Merkezi’nde Pharmacopée Française ile ilgili yapılmış herhangi bir teze rastlanamamıştır. İncelemeye ayrıca Müfredat-ı Tıbbiye’nin dönemdaşı olan “Pharmacopee Militaire Ottomane (1844)” ve “Müfredat-ı Tıb ve İlm-i Tedavi” başlıklı eserler de dâhil edilmiş; böylece Osmanlı Devleti’nin, eserin yazıldığı dönemdeki sağlık anlayışının, tıp eğitimi anlayışının ve çağdaşlaşma çabalarının değerlendirilmesine ve karşılaştırma yapılabilmesine de olanak sağlanmıştır. Erciyes Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Eczacılık Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Halil Tekiner’in kişisel kütüphanesinden edinilen Farmakope Militaire Ottomane, Osmanlı Askerî Hastanelerinde ilaç kullanımı ile ilgili ihtiyaçlara kaliteli, ucuz ve kolay yolla ulaşımın sağlanması amacıyla dönemin en önemli bilim insanı Dr. Charles Ambroise Bernard (1808-1844) tarafından hazırlanmıştır (80). İstanbul’da 1844 yılında basılan eser 161 sayfadır. Çalışmada, Pharmacopee Militaire Ottomane’nin ilgili yerleri incelenmiş, içindekiler kısmının çevirisi hazırlanarak çalışmaya eklenmiştir (Bkz. Ek.6). Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Tez Merkezi’nde Pharmacopee Militaire Ottomane ile ilgili yapılmış herhangi bir teze rastlanmamıştır. 3 Farmakopeler, tıbbi ilaçların dozları, formülleri, kullanımlarını içeren listelere ait bilgilerin yer aldığı kitaplardır (71). 17 Müfredat-ı Tıbbiye’nin dönemdaşı beşinci kaynak olarak “Müfredat-ı Tıb ve İlm-i Tedavi” (1871/1872) isimli eser incelenmiştir (81). Miralay Ahmed Bey tarafından yazılan, dönem eserleri arasında bitkilerle ilgili en kapsamlı bilgiye sahip olan ve Mekteb-i Tıbbiye-i Adliyye-i Şahane matbaasında ders kitabı olarak basılan (Hicrî 1288 yılında) bu eser, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı Kütüphanesinden aynı anabilim dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Melli’nin destekleriyle edinilmiştir. Eserin bir örneğine daha ulaşılarak tez bağlamında incelenmiştir. Eserin ilgili yerlerinin çevirisi hazırlanarak çalışmaya eklenmiştir (Bkz. Ek.7). Tez kapsamında incelenen son eser ise bitkilerin, halk hekimliğinde, geleneksel sistemlerde ve bilimsel tıpta kullanımlarına göre derlendiği “Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Seçilmiş Tıbbi Bitkiler Monografı (World Health Organization Monographs on Selected Medicinal Plants- Volume 1)”dir (82). DSÖ Seçilmiş Tıbbi Bitkiler Monografı, bitkileri tanımı, eş anlamlısı, seçilmiş yerel isimleri, coğrafi dağılımı, ilgili bitki materyali, genel kimlik testleri, saflık testleri, kimyasal analizler, tıbbi kullanımları, farmakoloji, kontrendikasyonları, ilgili uyarıları, önlemleri, advers etkileri, dozaj biçimleri ve pozoloji gibi ana başlıklar altında incelemiştir. Çalışmaya bu eserin eklenmesinde, DSÖ’nün sağlık politikalarını belirlemede güçlü bir aktör olması ve monograflarını birçok kesime hitap eden kapsamlı referanslar olarak tanımlaması etkili olmuştur. İncelenen eserin giriş kısmında, “DSÖ monografları, farmakopeal monograflar değil; ilaç düzenleyici makamlar, hekimler, geleneksel sağlık uygulayıcıları, eczacılar, üreticiler, araştırma bilim insanları ve genel halk için kapsamlı bilimsel referanslardır” denilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, monograflarının başlangıcında bu çalışmaları neden yaptığını “Seçilmiş bitkiler üzerine DSÖ monografları, yaygın olarak kullanılan tıbbi bitkilerin güvenlik, etkinlik ve kalite kontrolü hakkında bilimsel bilgi sağlamak; üye ülkelere, bu ve diğer bitkisel ilaçlar için kendi monograflarını veya formüllerini geliştirmede yardımcı olacak modeller sunmak ve üye ülkeler arasında bilgi alışverişini kolaylaştırmak amacıyla hazırlamıştır.” şeklinde açıklamaktadır. Değerlendirme sürecinde DSÖ’nün tarihsel gelişimi de ele alınmış, kuruluş amaçları- misyonu, motivasyonu, modern-geleneksel tıp algısı ve zaman içindeki değişimi incelenerek etik bakış açısıyla ortaya konmaya çalışılmıştır. Maddi destekçilerinin 18 örgütün politikalarını belirlemedeki etkisi de değerlendirilmiştir. İlaç endüstrisinin, çok uluslu şirketlerin ve büyük devletlerin DSÖ’de gittikçe artan etkisinin sağlık sistemlerinde de paralel olduğu; sağlığın her alanında etkili olan bu aktörlerin, bitkilerin geleneksel tıptaki ve sağlık politikalarındaki yerlerini açıklamada da güçlü etkilerinin bulunduğu ortaya konmaya çalışılmıştır. Monograf – kısaca- günümüz geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının, bitkilerin güncel tıbbi kullanım alanlarının, bitki kullanımları yaklaşımı üzerinden sağlık politikalarının ve 20’nci yüzyıl tıp tarihi sürecinin eleştirel olarak değerlendirilmesini sağlamıştır. Dünya Sağlık Örgütü Seçilmiş Tıbbi Bitkiler Monografı’nın ilgili yerlerinin çevirisi tarafımca yapılarak çalışmaya eklenmiştir (Bkz. Ek.8). Tez çalışmasında, Müfredat-ı Tıbbiye’nin yukarıda aktarılan kaynaklarla karşılaştırılmasında ortak olarak saptanan yedi bitki (hatmi, lavanta, mürver, nane, ravent, tarçın ve zencefil) ayrıca değerlendirmeye alınmıştır. Ortak bitkilerin kullanım alanları, ‘Ortak Bitkilerin Tüm Eserlerde Birlikte Değerlendirilmesi’ başlığı altında incelenmiş ve karşılaştırmaların daha kolay anlaşılabilmesi için tablolar oluşturulmuştur. Bitkilerin incelenmesi için belirlenen eserler sayesinde, tıbbın tarihsel süreçte ilerleyişi de etik açıdan eleştirel gözle irdelenmiştir. 19 4. BULGULAR 4.1. Veteriner Hekim İsmail Hilmi Bey ve Müfredat-ı Tıbbiye Tezin Gereç ve Yöntem kısmında belirtildiği üzere Müfredat-ı Tıbbiye’ye tek nüsha olarak Konya İzzet Koyunoğlu Kütüphanesinden ulaşılmıştır. Rika yazısıyla yazılan eser 269 sayfadan oluşmaktadır. Müfredat-ı Tıbbiye bilim dünyasına Fuat Yöndemli tarafından, 7. Türk Kültürü Kongresi’nde (5-10 Ekim 2009), “İsmail Hilmi el-Erzurumî’nin Müfredat-ı Tıbbiye Adlı Eserinin Tanıtılması” adlı sunumuyla tanıtılmış; sunumda eserin Gülhane Tıbbiye Mektebi ders takrirlerinden oluştuğu belirtilmiştir (83). İncelenen eserde de silik yazılarla ‘Gülhane Tıbbiye Mektebi Ders Takrirleri’ yazılıdır. Ancak birçok kaynakta Gülhane Tıbbiye Mektebinin 1898 yılı itibariyle eğitim hastanesi olarak çalıştığı belirtilmektedir (80, 84, 85). Müfredat-ı Tıbbiye’nin girişindeki İsmail Hilmi Bey’in notlarında “Fi 23 Muharrem sene 1290 Fi 10 Mart sene 1289” yazılıdır. Bu tarih, Miladi takvime göre 1873 yılına denk gelmektedir (86). Eserin giriş kısmında Latin harfleri ile ve Fransızca olarak “Matiere medicale Véterianere İsmail Hilmi d'Erziroum Élève de la Troisième anneé de la Ecole Impériale Militaire de Constantinaple. Le Maitre de leçons dé Véterinaire la 3e clafse est M. Nouri Capitane ajudant mageur” yazmaktadır. Bu metnin çevirisi “İsmail Hilmi Ezurumî, İmparatorluk İstanbul Askerî Okulu'nun üçüncü yıl öğrencisi, 3. sınıf veteriner dersleri hocası Yüzbaşı M. Nuri Bey'dir”4 şeklindedir. Melikoğlu Gölcü5 arşivinden ulaşılan Mir’at-ı Mekteb-i Harbiye başlıklı eserde Mülkiye Baytar Sınıfı 1291 mezunları arasında “İsmail Efendi Erzurumlu” adıyla bir veteriner hekime yer verilmektedir (87). Mir’at-ı Mekteb-i Harbiye isimli eserde “rütbesi binbaşı, 6’ıncı Orduyu Hümayuna mensup Süleymaniye cihetindendir” açıklayıcı bilgisi de bulunmaktadır (87). Bekman’ın 1940 tarihli Veteriner Tarihi adlı kitabında da, 1289 yılı mezunları arasında “İsmail Erzurum” şeklinde bir kayda rastlanmıştır (88). 4 Çevirisi Prof. Dr. Esin KAHYA tarafından yapılmıştır. 5 Berfin MELİKOĞLU GÖLCÜ, Doç.Dr. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı 20 Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Hititoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Cem KARASU6 ile yapılan görüşmede, İsmail Hilmi Bey’in yaklaşık 400 sene önce Kafkasya’dan Erzurum’a göç etmiş ‘Çavuşoğulları’ lakaplı bir ailenin mensubu olduğu, babası Hoca Mustafa Efendi’nin alay müftüsü; dedesi Hacı Sancı Hoca’nın müderris ve dedesinin babası Mahmut Ağa’nın ise sipahi olarak görev yaptığı bilgisine ulaşılmaktadır. Erzurum’da 1848 yılında dünyaya gelen İsmail Hilmi Bey, Askerî Veteriner Okulu’ndan mezuniyeti sonrası Bağdat’ta bulunan Vezirîye Çiftliği’nde yaklaşık 25 yıl askerî baytar olarak görev yapmış; ardından 4. Hümayun Serbaytarı “İzzetlü Miralay” (Veteriner Kıdemli Albay) rütbesiyle emekliye ayrılmıştır. İlk eşi vefat edince oğulları Halil Rafet ve Hasan Talat ile birlikte memleketi olan Erzurum’a dönen İsmail Hilmi Bey, Aşkale ilçesi Tazegül köyünden Enise Hanım (1884-1957) ile evlenmiş; bu evlilikten Mustafa Nusret (1902-1987) ve Ali Saffet adlarında iki oğlu olmuştur. Sonraki yıllarda İstanbul Süleymaniye’de bir ev satın alarak ailesini buraya taşıyan İsmail Hilmi Bey, 1928 yılında hayata gözlerini yummuştur. Prof. Dr. Karasu, İsmail Hilmi Bey’in oğulları hakkında da bilgi vermiştir. Buna göre Halil Rafet, önce muvazzaf subay rütbesi ile Balkan Savaşları’na (Bulgar Cephesinde esir düşmüştür); daha sonra da Çanakkale Savaşı’na katılmıştır. Fransızcayı iyi bilen Halil Refet Balkan Savaşlarını anlatan “İşte Hakikat” adlı bir kitap da yazmıştır; ancak kitap kaybolmuştur. İkinci eşinden olan oğullarından Ali Saffet küçük yaşta vefat etmiştir. Mustafa Nusret (Karasu) ise İstanbul Tıp Fakültesi’nin askerî kısmından ‘Tabip Mülazım-ı Sâni’ (Teğmen) olarak 1926 yılında mezun olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nde sağlık alanında önemli görevler üstlenmiş; Gülhane Askerî Hastanesi’nde (GATA İstanbul-Ankara) çalışmıştır. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi kurucuları arasında yer alan ve Türkiye’de ilk Göğüs Hastalıkları Kliniğini de kuran Prof. Dr. Mustafa Nusret Karasu Sağlık Bakanlığı da yapmıştır. İsmail Hilmi Bey’in iki torunundan Tanju Karasu Turizm Bakanlığı Bakan Müşavirliği’nden emekli olmuş; Aralık 2015’te vefat etmiştir. Diğer torunu İsmail Cem Karasu (Hititolog, Prof. Dr.) ise bir süre başkanlığını da yürüttüğü Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Hititoloji Anabilim Dalı’ndan emekliye ayrılmıştır. 6 İsmail Cem KARASU, Hititolog, Prof. Dr. Emekli öğretim üyesi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Hititoloji Anabilim Dalı. Ankara, 2020. 21 Yukarıda değinildiği üzere, Müfredat-ı Tıbbiye’nin giriş kısmındaki Fransızca metinde “3’üncü sınıf veteriner dersleri hocası” olarak Yüzbaşı M. Nuri Bey'in adına da yer verilmiştir. El yazmasının yazıldığı yılların; eğitimde çağdaşlaşma çabalarının yaşandığı, Fransa etkisinin öne çıktığı – eğitim dilinin Fransızca olduğu, ancak bu duruma yönelik tepkilerin de yoğunlaştığı ve eğitimde Türkçeleşme çabalarının da dikkat çektiği Tanzimat dönemine denk geldiği görülmektedir (40, 43, 46, 54, 89). O yıllarda Avrupa’dan uzmanlar getirilmiş, Avrupa’ya öğrenci gönderilmiş, Avrupa gazetelerine abone olunmuş ve yabancı kitapların çevirileri yapılmıştır (44). Çeviri çalışmaları, 3 Mart 1867 tarihinde kurulan, tıp eğitiminde Türkçeleşmeyi savunan ve bunun için çeşitli kaynakları Türkçeye çevirmeyi de amaç edinen Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye tarafından da yürütülmüştür (54, 90). Cemiyet, aralarında Müfredat-ı Tıp ve İlm-i Tedavi, Nebâtat- ı-Tıbbiye, İlm-i Emraz-ı Umumiye, Hıfz-ı Sıhhat, Kavânin-i Cerrâhin, İlm-i Hayvanat, Düstür-ul-Edviye olmak üzere 1870-1880 yılları arasında kırkın üzerinde kitap çevirmiştir (90). Cemiyet içinde çeviri çalışmaları ile dikkat çeken isimlerden birisi de Mehmet Nuri Bey’dir (45, 91). Mehmet Nuri Bey, Tıp Okulunda dersler veren, Beclard’ın fizyoloji ile ilgili kitabı7 da dâhil olmak üzere çeşitli eserlerin çevirisini yapan ve salnâmelerde adına rastlanan bir kişidir (41, 63). Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye’de ve Osmanlı Devleti salnâmelerinde adı geçen Mehmet Nuri Bey, Müfredat-ı Tıbbiye’nin yazıldığı tarih ile de aynı döneme denk gelmektedir (41). Mehmet Nuri Bey hakkındaki bilgilerin (dönemi, rütbesi ve Tıp Okulu’nde muallim olarak çalıştığı 1784-1882 arası dönem) Müfredat-ı Tıbbiye’nin yazıldığı dönemin genel karakteri ile uyum sağladığı saptanmıştır (45, 63, 91). Müfredat-ı Tıbbiye’nin girişinde silik olarak Osmanlıca beş satır hâlinde “Müfredat-ı Tıbbiyye 1290 Arabi / 1289 Rumi Gülhane Tıbbiyye Mektebi ders takrirleri 1) Müfredat-ı Tıbbiyye 2) Terkib-i edviyye” ve bir satır Latin harfleriyle “Terkib-i Edviyye” yazılıdır. Eserdeki başlıklarda Osmanlıca ve Fransızcanın birlikte kullanıldığı görülmektedir. Eserde bitkilerin, hayvanların yanısıra insanlara yönelik kullanımlarına da yer verilmiş; beşerî ve veteriner hekimliğe ilişkin bilgiler tıbb-ı hayvaniye ve tıbb-ı insaniye başlıkları altında aktarılmıştır. Örneğin hem insan hem de hayvan için yaş ve doza bağlı tedavi düzenleme tablosuna yer verilmiş; 7 “Menafiü’l- Azâ” adıyla çevrilen bu eser 1290 yılında İstanbul’da basılmış ve Tıp Okulu’nda uzun yıllar el kitabı olarak okutulmuştur (63). 22 bitkilerden elde edilen şekerin tıbb-ı insanide kullanıldığı, kıymetli olması nedeniyle tıbb-ı hayvaniyede kullanımının nadiren ve su ile karıştırılarak olduğu belirtilmiş, kapaonun insanda da idrar iltihaplarında çeşitli şekillerde kullanıldığı anlatılmış, siyah hardalın hayvanda dâhilen asla kullanılamayacağına dikkat çekilmiş ve beyaz hardalın da insanda dâhilen kullanımın kanın temizlenmesine yardımcı olacağı ve icabına göre hayvanda da kullanılabileceği açıklanmıştır. Basit ilaçların sınıflandırıldığı ve kullanım alanlarının anlatıldığı Yazmada ilaçlar iki kısımda tanımlanmıştır. Birinci kısım ilacın etki mekanizması belli olmayan ama iyileştirici etkisi olan ilaçlardır ki bunlara ampirik ilaç denildiği belirtilmiştir. İkinci ise etki mekanizması bilinen ilaçlardır ve bunlara da jetil ilaç denildiği ifade edilmiştir. Eserde bitki, bitkisel ürün, hayvan/hayvansal ürün ve madensel/kimyasal ürünler mu’alece ana başlığında toplanmış ve mu’aleceleri etki mekanizmalarına göre sınıflandırılmıştır. Eserin giriş sayfalarında öncelikle mu’alecenin ne olduğunu tanımlanmıştır: Kırmızı mürekkeple yazılan ‘Mu’alecenin Sîretlerine Dair Mülahazat’ (ilaç kullanımı hakkında düşünceler) başlığı altında mu’alece ve me’kûlât farkına tedavi edici özellikleri üzerinden değinilmiştir. Eserde, ‘İmdi pek çok eşya-yı muhtelife mu’alece ismiyle müsemmâ ise de asıl muacele denilen şey basit ve mürekkeb olsun hayvanata ita olunan me’kûlât olmayub asıl mu’alece ita olunduğu suretde hayvanın hastalıktan sıhhate meyl etmesini mûceb olan bir takım tebeddülât hasıl edendir’ denilmektedir. Bu ifade “birçok şey ilaç olarak isimlendirilse de asıl ilaç, basit ya da karışım olsun; hayvanın hastalıktan sıhhate yönlenmesini sağlayan değişiklere neden olandır” şeklinde Türkçeleştirilebilir. Cümle: İlaç, hayvana verilen me’kûlât yani gıdalar değildir olarak devam etmektedir. ‘Mu’alece ile me’kûlât beyninde fark şol vechle malum olur ki me’kûlât hayvana verildikde ecza-ı hayvani ile imtizâc edüb hazm olunarak nihayet kilosu hâline tahvil olunabilür. Hâlbuki mu’alecat mide ve aza-yı sairenin ef’âline mukavemet ederek bazı ihtilâli mûceb olur ise de bu kaidenin dahi istisnası pek çoktur’ cümlesi ile Mu’alece ile me’kûlât farkı verilmekte; me’kûlâtın vücutta hazmedilerek yararlı olacağı ve hayvanda kiloya dönebileceği; mu’alecenin ise mide ve diğer uzuvlarda sorun yaratabileceği ancak istisnaların kaideyi bozmayacağı belirtilmektedir. 23 Bölümün devamında ‘Mu’alece denilen şeyler ancak uzuv-ı hayvaniyenin matluba muvaffak bir veçhile sıhhatte bulunmasını mucib olan eşyadan başka bazıları dahi her ne kadar cisman mevcud değil ise de yine mu’alece tabir olunur. Mesela hayvanın i’tidâl üzere gezdirilmesi ve perhiz ve layıkıyla tımar etmek gibi şeylerden âsâr-ı nafia husûl-pezîr olduğu için gerçi hakikaten mu’alece değil ise de bazı illetlerde mu’alece gibi mucib-i faide olur’ denilmektedir. Bu pasajda kısaca, bazı şeylerin - cismen mevcut olmasa da - örneğin hayvanın gezdirilmesi, perhiz ve tımar gibi uygulamaların bazı hastalıklarda ilaç uygulamaları gibi kabul edilebileceği anlatılmaktadır. Eserdeki mu’aleceler, ‘Zayıflatıcı Mu’alecat’ ve ‘Tahrik Edici Mu’alecat’ olarak iki ana başlıkta toplanmıştır. Zayıflatıcı Mu’alecat ‘(Gevşetici) Mülâyemet Verici’ ve ‘Soğutucu’ başlıklarına; Tahrik Edici Mu’alecat ise ‘hakikaten tahrik edici’, ‘mukavvî’ ve ‘sıkıcı’ başlıklarına ayrılmıştır. ‘Hakikaten tahrik edici’ başlığı altında da ‘müshil’, ‘mukayyi’, ‘müdirr’, ‘rahme müteessir’, ‘sinirlere müteessir’, ‘hal edici’, ‘terletici ve göğüs yumuşatıcı’, ‘kızardıcı, ızdırap verici, kabardıcı, dağlayıcı’ ve ‘kurt dökücü’ alt başlıkları bulunmaktadır. Eserdeki mu’alecat başlıkları ve tıbbi kullanım alanları aşağıdaki gibi tablolaştırılmıştır (Bkz. Tablo 4.1– 4.14.). Müfredat-ı Tıbbiye Osmanlıca olmasına rağmen her mu’alece başlığının yanında Latin harfleriyle Fransızcaları da yazılmıştır. Bazı mu’alecatın Fransızca okunuşu da Osmanlıca olarak gösterilmiştir. Örneğin; Latin harfleri ile ‘Borrage’ ve yanına Osmanlıca ‘Sığır Dili’ yazılmış mu’alecenin Fransızcadan okunuşu da ayrıca Osmanlıca ‘Buraj’ şeklinde belirtilmiştir. 24 Tablo 4.1. Zayıflatıcı mu’alecelerden mülâyemet verici mu’alecat. 25 Tablo 4.2. Zayıflatıcı mu’alecelerden soğutucu mu’alecat. Tablo 4.3. Tahrik edici mu’alecelerden umumi mu’alecat. 26 Tablo 4.4. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Müshiller. 27 Tablo 4.5. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Mukayyi ve müdirrler. Tablo 4.6. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Rahme müteessirler. 28 Tablo 4.7. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Sinirlere müteessirler. 29 Tablo 4.8. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Hâl ediciler. Tablo 4.9. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Terletici ve göğüs yumuşatıcılar. 30 Tablo 4.10. Tahrik edici mu’alecelerden hususi mu’alecat: Kızartıcı ve ızdırap verici ve kabartıcı ve dağlayıcılar ile kurt dökücüler. Müfredat-ı Tıbbiye’de bitki, bitkisel ürün, hayvan/hayvansal ürün, madensel/kimyasal ürün isimlerinin yanına, Fransızcası Latin harfleriyle yazılmıştır. Latin harfleriyle yazılan bitkilerin ya da metin içinde bitkilerin mensubu olduğu familyaların isimlerine bakıldığında çoğunlukla söyleniş şekillerine benzetilerek Osmanlıca harflerle yazıldığı görülmüştür. Eserde 55 tane bitki isminin geçtiği görülmüştür. Çoğu mu’alecede bitkinin kullanılacak kısmı belirtilmezken bazı mu’alecede bitkinin yaprak, kök vs. gibi yalnızca bir kısmının kullanımı belirtilmiştir. Kara ardıç yaprağı, keten tohumu, ardıç tohumu, altın kökü, nar ağacı kökü bunlara örnektir. Bazı bitkilerin de Osmanlı Devleti’nde kullanım adı ve orijinal söylenişlerini eserde birlikte yer almaktadır. Nerperun denilen akdiken, mandragon denilen kan kurutan otu, juskiyem denilen bengilik otu, akunite napel denilen kaplan boğan otu bunlara örnektir. Başta da belirtildiği üzere Müfredat-ı Tıbbiye’nin içerik yapılanması mu’alece başlıkları, etki mekanizmalarından oluşan alt başlıklar ve bu etki mekanizmalarında kullanılan bitki, bitkisel ürün, hayvan/hayvansal ürün, madensel/kimyasal ürünlerdir. Bu nedenle eser yalnızca bitkiler ve onların tıbbi kullanımlarının derlemesi değildir. Eserde belirlenen bitkilerden oluşan tablo aşağıdadır (Bkz. Tablo 4.11.). 31 Tablo 4.11. Müfredat- ı Tıbbiye’deki bitkiler. Müfredat-ı Tıbbiye’de kısıtlı da olsa mu’aleceler içinde bitkisel ürünler ve hayvan/hayvansal ürünler de bulunmaktadır. Eser içerisinde görülüp tablolaştırılan bitkisel ürünler zamklar, nişasta, nebâti yağlar ve şekerdir. (Bkz Tablo 4.12.) 32 Tablo 4.12. Müfredat- ı Tıbbiye’deki bitkisel ürünler. Müfredat-ı Tıbbiye içerisinde görülüp tablolaştırılan hayvan/ hayvansal ürünler ise bal, bal mumu, süt, ton yağı, tavuk cinsinden olan kuşların yumurtaları ve kunduz böceğidir. (Bkz. Tablo 4.13.) Tablo 4.13. Müfredat- ı Tıbbiye’deki hayvan/ hayvansal ürünler. Müfredat-ı Tıbbiye içerisinde bitkilerden sonra en fazla yer bulanlar ise Madensel/ Kimyasal Ürünlerdir. Bunların çoğu tuz hâlinde kimyasallarken sülfat, karbonat ve potasyum da karışımlarda en çok yer alanlardır. Eserde belirlenip tablolaştırılan Madensel/ Kimyasal Ürünler aşağıdadır. (Bkz. Tablo 4.14.) 33 Tablo 4.14. Müfredat- ı Tıbbiye’deki madensel/kimyasal ürünler. MADENSEL / KİMYASAL ÜRÜN 1. Mükerrer sirke 2. Limon tuzu 3. Asit okzalik 4. Asit tartarik 5. Kezzab suyu 6. Tuz ruhu 7. Nişadur ruhu 8. Amonyak 9. Karbonat ve amonyak 10. Asetat ve amonyak 11. Hidroklorat d’amonyak 12. Lokman ruhu 13. Teymür Mürekkebatı 14. Sinkonin 15. Zac-ı Kıbrıs 16. Tartarat dö fer ed dö pontas 17. Şap 18. Tutiya Tuzu 19. Hamz tutiya 20. Kurşun sirkesi tuzu 21. Kireç 22. Sülfat dö sud 23. Sülfat dö magnezi 24. Tartarat dö potas 25. Tartar emetik 26. Nitrat dö potas 27. Karbonat dö sud 28. Asetat dö potas 29. Karbonat dö potas Müfredatı Tıbbiye’de mu’aleceler başlığı altındaki bitki, bitkisel ürün, hayvan/hayvansal ürün, madensel/kimyasal ürünler ve etki mekanizmaları haricinde de dönemine ait bilimsel bilgiler vermektedir. Bu bilgiler hem Osmanlı Devleti hem de Avrupa bilim ve eğitim anlayışına dairdir. Müfredat-ı Tıbbiye’nin girişinde göğüs hastalıkları için şurûbdan bahsedilmiş ve 1857 yılından beri meşhur ve etıbba tarafından tasdîk edildiği belirtilmiştir. Her eczahanede bulunup kül rengi olması ve imzalı olması gerektiği belirtilmiştir. Beyaz renkte olması durumunda taklit olacağı uyarısı yapılmıştır. İlacı hazırlayanın bilinmesinin, eczanede olmasının gerekliliğinden bahsedilip sahte olmaması için uyarılarda bulunulmaktadır. Eserin yazıldığı döneme bakıldığında denetlenebilir ve yeterli sağlık sisteminin çağdaş sağlık kurumlarının açılmasındaki amaçlardan olduğu görülebilmektedir (38). Eserin başında, ilaç ve zehrin arasındaki farkın doz olabileceği belirtilmektedir. Eserde deneme amaçlı uygulamalardan sakınarak denenmiş herkesçe bilinegelen uygulamaların yapılması, tam teşhis konmadan tedaviye 34 başlanmaması gerektiği uyarıları yapılmaktadır. Eserde yer alan bu bilgiler Hipokratik tıptan beri var olan günümüz etik değerleriyle de uyumlu uyarılardır. Eserin sonlarına doğru, ilaç dozlarının belirlenmesinde hayvanlarda yaşın insanlarda olduğu kadar önemli olduğu belirtilmiş ve doz tablosu verilmiştir. Beşerî hekimlikte yaşa göre belirlenen ilaç dozları, oranlanarak hayvana göre de uygulanır denmektedir. İnsan ve hayvanda yaşa göre verilecek ilaç miktarı da tabloda verilmiştir. Bu tablonun devamında ileri yaşta insanın ilacı bölerek kullanacağı ileri yaşta hayvanda da ilacın genç yaştaki hayvanda olduğu gibi etkili olmayacağı belirtilmiştir. İncelediğimiz diğer hiçbir eserde insan ve hayvan birlikte ele alınmamış, ortak ilaç kullanımlarından bahsedilmemiştir. Eser bu özelliğiyle karşılaştırıldığı diğer eserlerden ayrı bir özelliğe sahiptir. Bir diğer bilgi yine eserin sonlarına doğru sıtma ilacı ile ilgilidir. Fransa’da Sen Lu şeklinde yazılan şehirde yaşayan Mösyö Duray isimli bir eczacının sıtma hastalığı için bir ilaç bulduğu belirtilmektedir. Mösyö Duray ilacın sıtma için kullanılmakta olan sülfat ve kininin yerini alabileceğini iddia etmektedir. Kininin pahalı olması, köylü ve amele kesiminin yararlanamamasından dolayı böylesi bir ilacın uzun zamandır beklendiği eserde belirtilmiştir. Mösyö Duray’ın defne yaprağını tecrübe ettiği, tıp cemiyetine sunduğu hatta üç yıldır kinin ve sülfattan fayda görmeyen birisinin defne yaprağıyla hastalıktan kurtulduğu yine eserde belirtilmiştir. Mösyö Duray’ın defneyaprağının mide ve beyne uygunsuzluk göstermediğini, kafirun gibi sıtmada kullanılan ilaçların bıraktığı kötü tadı bırakmadığını, kininden on kat az miktarıyla etkili olduğunu belirttiği eserde geçmektedir. Defne yaprağının hazırlanışı da eserde belirtilmiştir. Defne yaprağı boru şeklinde iki tarafı kapatılan kahve kavrulan sacda kurutulduktan sonra toz hâline getirilir. Kullanılacağı zaman bu tozdan bir gram alınarak bir kadeh soğuk suyun içinde on-on iki saat bekletildikten sonra nöbetten iki saat önce verilir. Bu şekilde üç defa verilmesi gerekirken genellikle ilk seferde de tesiri görülmektedir denmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye, toplumun tüm kesimlerinin ilaca ve sağlık hizmetlerine ulaşmada o dönemde de olan sorunları Avrupa üzerinden bir örnekle belirtmiştir. Bu örnek, çalışmada sağlık anlayışını değerlendirmemizde de yararlı olmuştur. Ayrıca geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları ile modern tıp karşılaştırmasının o dönem örneği de kabul edilebilir. Kinin daha zahmetli elde 35 edilen, pahalı, o dönem tıp anlayışının kullandığı bir ilaçken; defne yaprağı daha kolay hazırlanan, daha ucuz, Osmanlı Devleti coğrafyasında yetişen ve daha kolay ulaşılan bir bitkidir. Avrupa’daki bilimsel gelişmelerle ilgili Müfredat-ı Tıbbiye’de geçen bir diğer bilgi de dinamite dairdir. Dinamit barutundan üç kat daha güçlü nitrogliserin özütünün Almanya’daki gazetelere yansıdığı belirtilmiştir. Bu buluşun sahibinin Kimya hocası Silizyalı Doktor Foks olduğu belirtilmektedir. Eserde bu buluş Ren Nehri kenarındaki surlarda denenecek ve buna dair bilgiler de bugünlerde çıkacaktır denmektedir. Yine eserde dinamitin kâşifi Mösyö Lö Nobel’dir denmektedir. Dinamitin gücünden bahsedilen yazıda Avrupa Devletlerinde istihkâm ve köprücü alaylarına denenip tasdîk edilmek üzere yeterli miktarda dağıtıldığı belirtilmektedir. Alfred Nobel, dinamit barutu çalışmalarını 1860’lı yıllarda yürütmüş Müfredat-ı Tıbbiye’nin yazıldığı 1870’li yıllarında da Avrupa’da çalışmalarını yürütmüş ve laboratuvarlar kurmuştur. Bu not da eserin Avrupa’daki bilimsel gelişmelerin izlerinden birisidir. 4.2. Materia Medica ve Müfredat-ı Tıbbiye’de Yer Alan Bitkilerin Karşılaştırılması Singer, Materia Medica’nın yazarı Dioscorides’i modern bitki isimlerini popüler ve bilimsel düzeyde belirleyen kişi olarak tanımlamıştır (92). Dioscorides ilk farmakognozist olarak da kabul edilebilir (13). Pedanius Dioscorides Anadolu’da Tarsus’ta doğmuştur (13). Roma Ordusunda görev yapmış bir cerrah hekimdir (92, 93). M.S 1. yy.’ da yaşadığı bilinmekle beraber doğum ve ölüm yılları tam olarak bilinmemektedir (93). Dioscorides’in dönemine kadar çeşitli bitkilerden oluşan deva kitapları vardı ancak bu kaynaklar sadece belli bir bölgenin bitkilerini içerebiliyordu. Dioscorides’in Roma ordusuna hizmet etmesi ve orduyla beraber hareket etmesi, birçok farklı coğrafyadan farklı bitkiler hakkında bilgi vermesini de sağladı (72). Bitkileri botanik sınıflandırmadan ziyade niteliklerine göre yapmıştır (72). Materia Medica’nın yazıldığı yıllar, M.S. 1. yüzyılın ikinci yarısı olarak verilmektedir; farklı tarih aralıkları verilse de, eserin 1. yüzyıla ait olduğu her kaynakta ortak olarak görülebilir (93). Dioscorides, Müfredat-ı Tıbbiye’de de olduğu gibi, sadece bitkisel değil, madensel ve hayvansal droglara da eserinde yer vermiştir. 36 Dioscorides kendinden öncekileri tekrar etmeyi eleştirmiş ve bitkilerle ilgili kendi gözlemlerine önem vermiş; eseri kendisinden sonra gelen ilaç çalışmalarına 19. yy. ortalarına kadar kaynaklık etmiştir (72). Materia Medica’nın orijinal versiyonuna çeşitli ülkeler ve kültürlerin yararlanması sürecinde, eseri ünlü kılan çizimler de dâhil olmak üzere, eklemelerin yapıldığı düşünülmektedir (72). Materia Medica, İslam biliminin tercüme döneminden sonra artık bilim insanlarının telif eserler vermeye başladığı dokuzuncu yüzyıldan itibaren basit ilaçlarla ilgili sıklıla başvurulan bir eser olmuştur (94). Eser, İbn-i Cülcül, İbn-i Sina, Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed el-Gafıki, İbn ül- Baytar gibi birçok İslam dönemi tıp çalışmaları yapan isme de kaynaklık etmiştir (94). Çevirisinde en önemli sorunlardan birisi, Arapça karşılığı olmayan bitkilerin bulunması ve bunların isimlerinin aynen bırakılarak, Arapça harflerle yazılmaya çalışılmasıdır (72). Bu durum, Müfredat-ı Tıbbiye’deki bazı maddelerin ve bitki familyalarının isimlerinde de karşımıza çıkmıştır. Dioscorides, 19. yy. ortalarına kadar etkili olan humoral patoloji teorisine göre Materia Medica’da sıcak, soğuk, nemli, kuru gibi özellikleri de, bitkilerin özelliklerine eklemiştir (72). İbn Sina'nın El Kânûn Fi't-Tıbb adlı eserinin edviye-i müfrede bölümündeki maddelerin bile, pek çoğunun Dioscorides’ten alındığı belirtilmektedir (72). Materia Medica’nın 5 kitaptan oluştuğu belirtilmektedir: “I. Kitapta aromatik bitkiler, yağlar, merhemler, ağaçlar ve onlardan elde edilen usareler8, reçineler ve meyveler; II. Kitapta hayvanlardan elde edilen droglar; hububat ve sebzeler; III. ve IV. Kitaplarda kökler ve çeşitli köklerin usareleri, yapraklar ve tohumlar; V. Kitapta ise üzümler, şaraplar ve mineraller” (94). Materia Medica’da 600’den fazla bitkisel, 35 hayvansal ve 90 madensel drogun ele alındığı belirtilmektedir (72). Müfredat-ı Tıbbiye ile ilk karşılaştırılan eser, kronolojik sıralama esas alınarak Materia Medica’dır. Lily Y. Beck’in, Hildesheim 2005 basımı, “Pedanius Dioscorides of Anazarbus, De Materia Medica” eseri esas alınarak Müfredat-ı Tıbbiye ile ortak olan on iki bitki belirlenmiştir. Ortak olarak belirlenen bitkiler, “ebegümeci, hatmi, tarçın, karabiber /biber, zencefil, pelin, nane, lavanta, mürver, ravent, terebentin, adam otu”dur. 8 Usare: Öz su (71). 37 Dioscorides’in eserinde ebegümeci, mide için kötü, bağırsaklar ve mesane için faydalı olarak tanımlanmaktadır. Gövdesinin bağırsakları rahatlattığı belirtilmektedir. Çiğ olarak çiğnenmiş ve az miktarda tuz içeren lapa hâlde kullanılan yapraklarının lakrimal fistülleri giderebildiği eserde geçmektedir. Eşek arısı ve arı sokmalarının üzerini ebegümeciyle sıvamak iyi gelir denmektedir. Haşlanmış, öğütülmüş ve zeytinyağı ile uygulanmış yaprakların yanık ve erizipellere faydası vardır; bu bitkinin kaynatılması, rahim için rahatlatıcı bir oturma banyosu ve bağırsakları, uterusu ve anüsü kemiren ağrılar için uygun bir lavmandır denmektedir. Et suyuyla pişirilen köklerinin içilerek kusmaya devam edilmesi hâlinde, her türlü zehire iyi geldiği belirtilmektedir. Yabani çemen tohumu ile karıştırıldığında da mesane ağrılarına iyi geldiği belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise, mülâyemet verici ve akciğerlerin şiddetli ızdırabında dâhilen yararlı olduğu belirtilmiştir. Hatmi için, yaralanmalar, sıracada bezlerin şişmesi, apseler, iltihaplı göğüsler, anal iltihaplar, çürükler, şişkinlikler ve tendonlardaki gerginlik için iyi olduğu beliritilmektedir. Domuz yağı ya da kaz yağı ve terebentin ile yumuşatıldığında; rahim iltihaplarında fitiller için iyi olarak tanımlanmaktadır. Kökünün kaynatılması ile hazırlanan özü şarapla içildiğinde, zor işeme, taşlar, kalça rahatsızlıkları, dizanteri, titreme, rüptürü olan insanlar için yararlıdır; sirke ile kaynatıldığında ve gargara olarak kullanıldığında diş ağrılarını azaltır denmektedir. İlk dönemler kara ve beyaz olarak iki çeşit tanımlanan cüzzamdan, donuk beyaz cüzamları temizlediği, sirke ve yağ ile karıştırıldığında hayvan zehirlenmelerine karşı koruyucu olduğu belirtilmektedir (95). Tohumunun kaynatılarak hazırlanan özü, küçük memeye sahip olanlar için iyi bir içecek olarak önerilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise hatmi, mülâyemet verici, balgam sökücü, solunum yolları enfeksiyonlarına yararlı olma özellikleriyle geçmektedir. Her iki eserde de hatminin göğüs iltihaplarına yararlı olduğu belirtilmektedir. Tarçın için, “Bütün tarçınların ısıtıcı, idrar söktürücü, müsekkin ve sindirime yardımcı özellikleri vardır. Mürr ile birlikte içildiğinde ve uygulandığında, mensi getirir ve fetüsü düşürür. Zehirli hayvanlar ve zehirler için uygun antidotlardır. Gözbebekleri üzerinde bir gölge oluşturan elementleri temizlerler ve bal ile sürüldüklerinde doğum lekelerini ve çilleri çıkarırlar. Ayrıca öksürük, baş nezlesi, ödem, böbrek hastalıkları ve zor işeme için de yararlıdır. Değerli merhemler ile 38 birleştirildiklerinde genelde çok faydalıdırlar” denmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise, tarçının genel olarak uzuvların çalışmasını teşvik ettiği, özel olarak dişi organları teşvik ederek doğuma yardımcı olduğu belirtilmektedir. Ayrıca tarçının mideye iyi geldiği ve kokusunun teskin edici olduğu belirtilmektedir. Her iki kaynakta da tarçının teskin edici, ısıtıcı özelliği ortak görünmektedir. Her ikisinde de gebelik üzerine etkiden bahsedilmekte, ancak Müfredat-ı Tıbbiye’de doğuma yardımcı olarak belirtilirken, Materia Medica’da mürr (commiphora myrrha) ile karıştırılarak kullanımının fetüsü düşürücü etkisinden bahsedilmektedir. Buradan rahmi tetiklediği ancak kullanım zamanına göre etkisinin farklı olabileceği ortak sonucu çıkarılabilir. Bir diğer tartışma da hayvan ve insan gebeliklerinde etkisinin farklı olabileceğidir. Karabiber için, “sıcaklık verici, sindirime yardımcı, idrar artırıcı, terletici ve göz bebekleri üzerinde gölge oluşturan elemanları temizleyici olabilir; içildiğinde ya da sürüldüğünde, titreme nöbetleri için uygundur, vahşi hayvan ısırılmalarına karşı yardımcı olur ve fetüsleri düşürür. Cinsel ilişkiden sonra uygulandığında, gebeliği önlediği düşünülmektedir. Pastiller ve içecekler içinde alınması, göğüs ile ilgili her şey için sağlıklıdır. Bal ile sürüldüğünde boğaz ağrısına iyidir ve defne yapraklarıyla birlikte içildiğinde, sancıyı keser. Kuru üzüm ile çiğnendiğinde, balgamı temizler, analjeziktir ve sağlık için iyidir, iştahı artırır ve soslarla karıştırıldığında sindirime yardımcı olur. Zift ile hazırlanınca, sıraca hastalığında lenf şişliklerini dağıtır ve soda ile birlikte kullanıldığında donuk-beyaz cüzzamı temizler. Sirke ile birlikte içildiğinde ya da üzerine sarıldığında dalağı küçültür; çiğnendiğinde balgamı söker” denmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise, ziyade tahrik edici olarak tanımlanmış, haricen ve dâhilen kullanılabildiği belirtilmiştir. Özellikle de mideye yararlı olarak tanımlanmıştır. Zencefil için, “ısıtıcı ve sindirime yardımcı özelliklere sahiptir. Bağırsağı hafifçe yumuşatır ve böylece sağlıklıdır. Gözbebekleri üzerinde gölge oluşturan maddelere etki eder. Genel olarak özellikleri bir şekilde biberiyeye benzemektedir” denmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise, zencefilin haricen karabiberin etkili olduğu yerlerde yine haricen etkili olduğu belirtilmektedir. Karabiber için eserde kan akımını artırıcı merhemlerin ondan hazırlandığı belirtilmektedir. Ayrıca zencefil için neşe vererek tahrik edici olduğu belirtilmektedir. Her iki kaynak da zencefilin 39 etkilerinin biber/karabiberle aynı olduğunu belirtmektedir. Yine her iki kaynakta da zencefil için ısıtıcı özelliğin ortak olduğu söylenebilir. Pelin otu ile hazırlanmış ve hazırlanışı Materia Medica içinde tariflenmiş karışım için: “karaciğer hastalığı, böbrek hastalığı ve sarılık olan insanlar için yararlı, sağlıklı, idrar söktürücüdür. Ayrıca sindirim yavaşlığı, iştahsızlık, mide rahatsızlıkları, kronik abdominal gerginlik ve şişkinlik, yuvarlak bağırsak solucanları, durmuş adet dönemleri için, yararlı” denmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise, bağırsaklardaki kurtları telef edici; mide fesadında yararlı; hülasasının losyon olarak kullanılabildiği belirtilmektedir. Nane için, “Isıtıcı, kanamayı durdurucu ve kurutucu özellikleriyle iyi bilinen küçük bir bitkidir. Bu nedenle, onun suyu sirke ile içildiğinde, kanamayı durdurur, yuvarlak bağırsak solucanını yok eder, cinsel isteği harekete geçirir ve iki ya da üç küçük filizi ekşi nar suyu ile içildiğinde, hıçkırıkları, kusmayı ve kolerayı durdurur. Dövülmüş arpa ile yakı olarak uygulandığında, alnına yerleştirilen apseleri dağıtır, baş ağrılarını giderir, şişkinliği azaltır ve memelerdeki şişliği azaltır. Tuzla birlikte uygulandığında, köpek ısırmalarında iyi bir yakıdır ve suyu bal şerbeti ile birlikte kulak ağrısı için kullanılabilir. Kadınlar cinsel ilişkiden önce peser9 olarak kullandıklarında gebeliği engeller ve pürüzlü bir dil üzerine sürüldüğünde onu düzleştirir. İçine küçük filizler karıştırıldığında sütü kesilmekten korur ve daha besleyici, baharatlı olur.” denmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise, nane mideye iyi geldiği gibi kuvvet verici ve terletici olarak tanımlanmış, haricen losyon olarak da kullanılabileceği belirtilmiştir. Her iki kaynakta da mideye iyi geldiği ve dinlendirici özelliği belirtilmektedir. Lavanta için, “Belirgin kitleleri, enfeksiyonları, yan ve tendon ağrılarını ve üşütmeleri giderir. Ayrıca yapışkan otu ve sagapenon ile birlikte epilepsiye başarıyla verilebilir” denmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise, lavanta, haricen şiş ve sızı olan bölgelere ovarak etkili olacağı belirtilmiştir. Her ikisinde de haricen ve kas iskelet sistemi ağrılarına etkisi ortak olarak görülmektedir. Mürver için, “serinletici ve sıvı söktürücüdür, ancak mide için kesinlikle kötüdür. Yaprakları, sebzeler gibi kaynatıldığında balgamı ve safrayı temizler ve bir 9 Peser: (pessary) retroversiyon hâlindeki rahmi, anteversiyon hâlinde tutma veya sarkan rahim ile vajina duvarlarını yukarı iterek destek temin etme amacıyla vajinaya yerleştirilen lastik ya da diğer bir maddeden yapılmış araç (69). 40 kabın içinde kaynatılan yumuşak sapları da aynısını yapar. Şarapla kaynatılan ve diyetin bir parçası olarak verilen kökü, ödemde yararlıdır ve benzer şekilde içildiğinde, engerek ısırmalarında faydalıdır. Su ile kaynatılır ve oturma banyosunda kullanılırsa, uterusu yumuşatır, genişletir ve bununla bağlantılı koşulları düzeltir. Meyve aynı zamanda şarapla içilince de aynı şeyi yapar ve üzerine sürüldüğünde de saçı siyaha boyar. Öğütülmüş arpa ile yapraklar yeni ve yumuşak iltihaplara; bandaj olarak yanıklara ve köpek ısırmalarına uygulanabilir. Aynı zamanda iç yağı ya da keçi yağı ile sıvanmış olduklarında fistüllerin de kapanmasına ve guta da yardımcı olurlar” denmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise, mürver haricen kullanılarak terletici özellikte olduğu belirtilmiştir. Mürverin Materia Medica ve Müfredat-ı Tıbbiye’de ortak kullanım alanları görülememiştir. Ravent için, “mide gazında; uyuşuklukta; her türlü ağrı, spazm ve rüptürlerde; dalak, karaciğer ve böbrek hastalığı olanlarda; kolik, mesane ve göğüs ile ilişkili bozukluklarda; genel olarak karında gerginlikte; uterus bölgesindeki rahatsızlıklarda; kalça rahatsızlıklarında; kan tükürme, astım, hıçkırıkta; dizanteri, bağırsak rahatsızlıkları, intermitan ateş krizlerinde ve vahşi hayvan ısırıklarında iyidir. Sirke ile ovulduğunda, cildin morarmış lekeleri ve liken benzeri döküntülerini temizler; su ile birlikte sarılırsa, tüm kronik iltihapları dağıtır” denmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise ravent, kusturucu ve müshil olarak kullanılabilir özellikleriyle tanımlanmaktadır. Materia Medica’da ravendin kusturucu özelliğinden bahsedilmese de her ikisinin de sindirim sistemine etkisi, bağırsakları rahatlatıcı özelliği belirtilmektedir. Terebentin için, “Terebentin reçinesi tüm reçineleri geride bırakır; sakız reçinesi bunun altında sıralanır, sonra pitys çamı ve köknar reçineleridir. Tüm reçineler, ısıtıcı, yumuşatıcı, gevşeticidir ve kusmayı tetikler. Bunlar öksürük ve tüberküloz için kendileri ya da balla birlikte kullanılmaya uygundurlar ve göğüsten kiri iyice temizlerler. Diüretik, sindirime yardımcı, dışkıyı yumuşatıcıdırlar; bakır pası, bakır sülfat ve soda solüsyonu cüzzam için, kirpiklere koymak için uygundur; bal ve yağ ile kulaklardaki seröz madde için; ayrıca genital organın kaşıntıları için uygundur. Alçı, yumuşatıcı ve analjezikler ile harmanlanarak; kendi başlarına ya da üzerine yakı olarak yan ağrılarına yardımcı olurlar” denmektedir. Göz kapakları ve kirpikler, gözlerin ülserli bölgeleri, nemli göz kapakları ve göz yaşarması için 41 Materia Medica’da hazırlanışını verdiği terebentin ile hazırlanmış karışımın yararlı olacağını belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise, terebentinin lapa, pomat ve merhem hazırlanışlarında kullanılabileceği belirtilmiştir. Dâhilen ise idrar sökücü olarak bal ile karıştırılarak hap şeklinde ya da yumurta sarısı ve su ile birlikte provaj hâlinde kullanılabileceği belirtilmektedir. Terebentinin takrir olunmasıyla elde edildiği belirtilen terebentin ruhunun kullanım alanları ise Müfredat-ı Tıbbiye’de hayvanların bağırsaklarındaki sancıda haricen bölgenin sürülüp ovulmasının yararlı olduğu; cerahatlı yaraları dağlamakta yararlı olduğu; bazı merhemlere eklenmesinin merhemlerin gücünü artırdığı belirtilmektedir. Terebentin ruhunun zehirleyici olduğu ancak 300 dirhem suya 1 dirhem eklenerek hazırlanan provajın idrar sökücü ve bağırsak kurtlarını öldürücü etkisi olduğu belirtilmektedir. Adam Otu için, Materia Medica’da hazırlanan ve hazırlanışı verilen karışımın, uykusuzluk çekenlere, çok acı çekenlere ve cerrahide veya dağlamada anestezi yapmak isteyenlere yararlı olduğu belirtilmektedir. Bu karışım için “bal şerbetiyle iki obol10 miktarında suyu içildiğinde balgam ve safra getirir; ama çok fazla içildiğinde öldürücüdür” denmektedir. Ayrıca adam otu için, “Oftalmik ve analjezik ilaçlarla, yumuşatıcılarla ve yumuşatıcı ovüllerle karıştırılır; yaklaşık bir hemiobolon olarak yerleştirilen ovül adet dönemini düzenler ve embriyo / fetüsleri düşürür; anüse bir fitil olarak yerleştirildiğinde, uyutucudur. Yapraklar, yeni olduğunda, hem gözlerin iltihapları hem de yaraların iltihaplanması için arpa lapaları ile sıvanması uygundur; tüm sertlikleri ve apseleri, bezlerin şişmesini, büyümesini uzaklaştırır; beş veya altı gün boyunca hafifçe sürtüldüğünde, ülserasyon olmadan lekeleri silerken; yapraklar da aynı kullanımlar için tedavide kullanılır. Kökü sirke ile öğütüldüğünde, erizipelleri tedavi eder, ayrıca sürüngen sokmaları için bal ya da yağ ile iyidir, su ile birlikte sıracalı büyüme ve tümörleri dağıtır ve arpa lapasıyla eklemlerin ağrılarına son verir. Koklandığında, suyu içildiğinde olduğu gibi meyvesi yenildiğinde de uyku vericidir, aşırı tüketildiğinde insanları konuşamaz hâle dahi getirir. Meyvenin çekirdeği içildiğinde uterusu temizler ve doğal sülfür eklendiğinde kırmızı akıntıyı durdurur” denmektedir. 10 Obol: Antik Yunan Dönemi ağırlık birimi, 1 Obol yaklaşık olarak 11.2 gr (74). 42 Müfredat-ı Tıbbiye’de ise adam otu, mandıragor otu olarak geçmektedir. Mandıragor otunun etkisi de dul avrat yaprağının etkisine benzer olarak verilmiştir. Dul avrat yaprağı yatıştırıcı, uyuşturucu özellikleriyle anlatılmaktadır. Bu otun yenilmesinin hayvanlar için öldürücü olduğu, buharının kullanılabileceği veya suda çok az miktarının seyreltilerek kullanılabileceği belirtilmektedir. Haricen posasından yapılan lapanın ağrıyan yere sürülmesinin yararlı olacağı belirtilmektedir. Dul avrat yaprağının da etkisi afyon gibidir denmekte ve afyonun göğsün kronik hastalıkları, şiddetli ishal, sancıda yararlı olduğu belirtilmektedir. Materia Medica ve Müfredat-ı Tıbbiye’de ortak olan ve incelenen bitkileri karşılaştırdığımızda; öncelikle, Materia Medica’da belirtilen bitkilerin kullanımının ya da bitkilerle hazırlanan tüm karışımların insanlara yönelik olduğunu görmekteyiz. Müfredat-ı Tıbbiye’de olduğu gibi, Materia Medica’da da bitkilerin nerelerde yetiştiği, tababette hangi kısmının kullanıldığı, hangi kısmının nelere iyi geldiği gibi bilgiler yer almaktadır. Ancak ne kadar kullanılacağı ve dozajı belirtilmemiştir. Ayrıca bitkilerin etki gücü verilmemiş, etkili oldukları rahatsızlıklar çok geniş olarak verilmiştir. 4.3. Kitâb-ül-Câmî fi Edviyet-il-Müfrede (Müfredât-ı İbn-i Baytar) ve Müfredat-ı Tıbbiye’de Yer Alan Bitkilerin Karşılaştırılması Kitâb-ül-Câmî Fi Edviyet-il-Müfrede (Müfredât-ı İbn-i Baytar), Lucien Leclerc’ün “İbn-el Beither, Traite’s des Simples” isimli eseri esas alınarak incelenmiştir. İbn-i Baytar (1197 – 1248), İspanya’nın Malaga şehrindendir ve basit ilaçların hülasası olarak çevirebileceğimiz kitabında, 300’ü daha önce hiç tanımlanmamış 1400’ün üzerinde bitkisel ilaç tariflemiştir (96). İslam Dünyası’nın ilk farmakognozisti kabul edilebilir (13). Eserin aslı Arapçadır (97). Eser Arapça olması ve 1492’den itibaren İspanya’da yasaklanmasına rağmen Avrupa’da uzunca yıllar kullanılmıştır (98). Eserde bazı hayvanların ve taşların tedavi amaçlı kullanımından da bahsedilmektedir (97). İbn-i Baytar eserinde genellikle Dioscorides, Galen, Razi, İbn-i Sina, Gafiki, İbn Maseveyh, İshak bin Huneyn, Zehravi gibi isimlerin bitkiler üzerine değerlendirmelerini derlemiştir. Ancak İslam Coğrafyasının dışında da birçok bitkiyi eserine katmıştır (98). 43 Bitkilerin yetiştiği coğrafyalar, hangi bölümünün daha etkili olduğu, çeşitleri gibi bilgileri de vermektedir ki bu da Müfredat-ı Tıbbiye ile benzerlik göstermektedir. Ebegümeci için, yaprakları kaynatılırsa apseler, açık ve kapalı tümörlere iyi geldiği; onunla tümör açılıp çıkarılarak başka maddeyle tedaviye devam edilebileceği belirtilmiştir. Göğsün, akciğerin, damarların ve böbreklerin iltihapları için yararlı olduğu belirtilmiştir. Tohumunun lavmanlarla birlikte kullanıldığı durumda, ilaçların acılığını gidereceği belirtilmiştir. Müfredat-ı Tıbbiye’de de akciğerin şiddetli ızdıraplarında yararlı olduğu belirtilmiştir. Hatmi için, plevra ve akciğerlerin enfeksiyonlarında solunumu rahatlatmak için kullanılabildiği belirtilmiştir. Hekimlerin lavmanda kullanabileceği, köklerinin kaynatılarak eklemlerin güçlenmesinde kullanılabildiği, tereyağı ile birlikte yine haricen kullanılmasının sıcak apseleri yok ettiği belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de de balgam sökücü, solunum yollarının enfeksiyonlarına yararlı olduğu belirtilmektedir. Tarçın için, su kaybettirici olduğu, iştah artırıcı olarak kullanılabildiği, soğuk algınlığı ve üşütmeye karşı kullanılabildiği belirtilmiştir. Kaynak olarak gösterdiği birçok ismin tarçını göğüs hastalıklarında dâhili ve harici kullanımını önerdiğini belirtmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de de tarçının ısıtıcı özelliğinden bahsedilmiş, ancak en çok rahime olan etkisinden bahsedilmiştir. Karanfil için, mide ve karaciğeri ısıttığını; bağırsaklardaki soğuk humorların temizlenmesinde yararlı olduğunu belirtmektedir. Zihni güçlendirici ve soğuk algınlığı ve üşümeye karşı yararlı olduğu belirtilmektedir. Pişiklerde haricen kullanımı önerilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de de mideye yararlı olduğu belirtilmektedir. Hindistan cevizi için, mideden yavaş geçerek çok miktarda keymus oluşturduğu ve afrodizyak etkisi olduğu belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de de, hindistan cevizinin neşe vererek tahrik edici/heyecanlandırıcı etkisi tariflenmektedir. Ayrıca karanfil benzeri etkisi olduğu da söylenmektedir ki bu da Kitâb-ül-Câmî Fi Edviyet-il-Müfrede’de bahsedildiği etkiyle benzerdir. Karabiber için, sindirime yardımcı, soğuk algınlığında yararlı olduğu belirtilmektedir. Haricen kullanımında impetigo ve ödemde etkili olduğu 44 belirtilmektedir. Uzun süre kullanılırsa bağırsaklardaki kolik için iyi geldiği, bağırsakları koruduğu; göğsü viskoz illetlerden koruduğu; bir takım birikmiş hıltların atılmasını sağladığı; bütün sinir hastalıklarında birçok ilaçtan çok daha etkili olduğu belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de de özellikle mide için yararlı olduğu belirtilmiştir. Zencefil için, vücudu ısıttığı; tavukkarası için yararlı olduğu; sakızla beraber çiğnenirse beyindeki balgamı çekeceği belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de de ısıtıcı özelliğinin olduğu belirtilmektedir. Pelin otu için, ödemli tümörlerde uygulanabileceği; burun nezlesinde burun tıkanıklığını açmak için kullanılabileceği; hıltların akışını sağladığı ve derin tümörlerde üstten uygulanarak hıltların birikmesini önlediği belirtilmektedir. Oturma banyosu ya da fitil olarak kullanılarak uterus ağzındaki tıkanıklığı giderdiği, regl akıntısı ve fetüsün dışarı atılmasını sağladığı belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise daha çok dâhili etkisinden bahsedilmekte ve mideye yararlı olduğu, bağırsak kurtlarını telef ettiği belirtilmektedir. Nane için, ağrıyı giderici olduğu; mide şişliğini, gaz sancısını giderici ve iştah artırıcı olduğu belirtilmektedir. Kuru üzümle birlikte ezilip testiküllerin üzerine konulduğunda, testiküllerin aşağı inmesini sağladığı; sirke ile beraber yıkanıldığında sinirlere iyi geldiği, sakinleştirdiği belirtilmektedir. Midenin zayıflamasına sebep olan kusturucu sıvıları suspanse ettiği; sakızla birlikte ağızda çiğnendiğinde ağızdaki ufak döküntülerde yararlı olduğu; kalbi güçlendirici ve balgam sökücü olduğu belirtilmektedir. Zeytinyağıyla birlikte apselere haricen uygulandığında etkili olduğu; köpek ısırmalarında etkin bir şekilde kullanıldığı belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de de mideye iyi geldiği, sakinleştirici olduğu belirtilmektedir. Lavanta için, karaciğer ve dalak sorunlarında kullanıldığı; kronik soğuk algınlığına iyi geldiği; kadınların hamile kalmasına yardımcı olduğu belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise daha çok harici kullanımına değinilmiş ve kas iskelet sistemine yararlı olduğu belirtilmiştir. Mürver için, kurutucu özellikte olduğu ve yara izlerini gidermede kullanıldığı belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de ise terletici özellikte olduğu; göğse yararlı olduğu belirtilmektedir. 45 Sinameki için, safra atıcı; balgam çıkarıcı; gut, siyatik ve eklem ağrılarında yararlı; sırt ve diz içindeki kötü etkileri giderici olduğu belirtilmektedir. Mideyi kötü etkilediği ancak kalbe yararlı olduğu belirtilmektedir. Müfredat-ı Tıbbiye’de de mideye fenalık verdiği belirtilmekte; şiddetli müshillerden olduğu ve kullanılması gerektiği durumlarda seyrelterek dikkatli kullanılması vurgulanmaktadır. Ravent için, ağrı giderici; göğüs hastalıklarında yararlı; sinir zaaflarına karşı iyi, zihin açıcı; migrene yararlı olduğu belirtilmektedir. Kronik ateşe, ajitasyona, idrar kanalları tıkanıklıklarına, sırt ağrısına yararlı olduğu belirtilmektedir. İç organlardan mide, karaciğer, bağırsaklar ve dalağı güçlendirici olarak belirtilmektedir. Mide ve bağırsakları temizlediği belirtilmektedir. Tıkayan buha